Arif Dayım ve Çobanlar Köyü
Annem, Aydın’ın Nazilli İlçesi’ne bağlı Çobanlar Köyü’nde dünyaya gelmiş. Köy Nazilli’ye 18 km.uzaklıkta, denizden yüksekliği 1000 metrenin üzerinde. Dağlar arasında kalan, gitmek için dağların birisinden ötekine kıvrıla kıvrıla giden patika yollara sahip. Son yıllarda otoyol yapıldı, şimdi taksi, kamyon, yarım otobüs, minibüsler gidip gelebiliyor. Köy’ün etrafı zeytin, incir (yemiş), ceviz, kestane ağaçları ile kaplı. Bu gün nüfusu 300 civarında olan köyün nüfusu 50 yılda önemli ölçüde bir artış göstermedi, bu gün köy’ün cadde ve sokaklarında elektrik direkleri var. Geceleri bile yollar pırıl pırıl aydınlanıyor, Şırlan Menba Suları’nın ana kaynağı bu köyün biraz üzerinden çıkıyor. Dünyanın en iyi 2.suyu, 1.suyu İspanya’da imiş. Anlayın artık, bu arada denizden yüksekliği bayağı yüksek olan bu köyde çocukların yüzleride kıpkırmızı. Kısacası oksijen bu köyün çocuklarına yarıyor, son yıllarda ralli yarışmaları ile ön plana çıktı. Köyde 1 ilkokul var, 55 yıl önce ben ilkokula gittiğimim ilk yılı annem beni bu köyde bulunan dayımın yanına gönderdi, yaz tatilini 3 ay burada geçirecektim.
Dayımın o sıralar benden küçük 1-2 çocuğu vardı ama dayım beni eşeğin sırtına bindirir, bağ bahçe gezdirirdi. Ben zeytin, incir, badem, ceviz, kestane ağaçlarının arasında büyüdüm. O yıllarda köyde elektrik yoktu, evlerde gaz yağı ile yanan lambalar vardı. Bazı zengin kişiler ellerinde ve evlerinde fener kullanırdı, o zamanlar köylüler şehre Perşembe Günleri at ve eşekle inerlerdi. Dayım beni ik yakasına, bazen odun. Bazen pazarda satmak için zeytin, zeytinyağı, ceviz, kestane vb.gibi eşyalar yüklediği eşeğin semerine bindirir. Kendisi yaya olarak 18 km.lik yolu patika yollardan geçerek, bazen kaya aralarından sızan pırıl pırıl sulardan içerek şehre gelirdik. Dayım, getirdiği malları sattıktan sonra eşeğin semerine biner. Terkisine beni alır, ablasını ziyaret ederdi. Ben yine istemiye istemiye dayımla köye dönerdim, annemi özlerdim. Özellikle geceleri bazen köy kapkaranlık olurdu, o zamanlar dışarı çıktığımda korkardım. Uzaklardan köpek, kurt ve tilki ulumaları gelirdi. Bazen gece yağmur yağar, gök gürler. Şimşek çakar, o zamanda çok korkardım. Ama annem yanımda olmazdı, yorganın altında o gürültüleri dinliye dinliye uyur kalırdım.
Dayım çok çalışkandı, bağ bahçeleri olduğu gibi hayvanlarıda vardı. İnekler, koyunlar, at ve eşekler dikkatimi çeken hayvanlardı, köylüler 2.yılımda bana daha çok ilgi gösteriyorlardı. Bazıları ile bayağı samimi olmuştuk, dayım benim at ve eşekleri çok sevdiğimi söylüyor. Benden çok büyük olan kişiler bana ’’Gel bakalım, benim damda ki atı sana göstereyim..’’ diye beni çok beğendiğim. Yürürken boynundaki yelelerinin sallanışını beğendiğim bu asil hayvanları bana gösterirlerdi, zamanla yaşımın küçüklüğünden olacak. Tanımadığım insanların atlarını çözer, sulamaya götürürdüm. Bazen o atlara bindiğimde olurdu, büyük insanlar kendi aralarında ’’Bu çocukta korku yok, Ametin atını çözmüş.
Sulamaya götürmüş..’, Mehmet’in eşeğini çözmüş, üstüne binmiş diye konuşurlardı.’’ O çocuk heyecanımla sanki bunları bilerek yapıyormuşum gibi, çok gariptir. Kızmazlardıda, yalnızca hayvanı elimden alırlar. Götürür giderlerdi, o zamanlar köyde, 1-2 kahve vardı. Okulun yanındaki aşağı kahvede 100 yıllık bir çınar vardı, o kahveye köyün ihtiyarları otururdu. Yukarı kahvede gençler yer alırdı. O zamanlar gençler ihtiyarların yanında oyun oynayamaz, sigara içemez. Utanırlardı, ben küçük olduğumdan dayım beni yanına alır. Aşağı Kahveye götürürdü, o zamanlar bu kahvelerde de gece fener yanardı. Fenerin ışığı altında ihtiyarlar, çay ve kahvelerini içerler. O gün neler yaptıklarını birbirlerine anlatırlardı. Dayım beni kahveye götürdüğünde kahveciye ’’Şu çocuğa 1 lokum ver.’’ derdi, kahveci getirir bana 1 güllü lokum verirdi. Dayım kahveciye 1 lokum için ne kadar para öderdi, bilmiyorum. Ben ağzımda tatlı bir lokum yediğim için çok sevinirdim...
Yıllar yılları kovaladı, Çobanlar Köyü eski kekik kokulu. Oksijen deposu halini hiç yitirmedi, ben aşağı yukarı 6-7 yılımı yaz aylarında bu köyde geçirdim. Gün geldi, sabaha kadar yapılan düğünleri seyrettim. Gün geldi, vefat eden birisini defnetmek için mezarına gittim. Bu köyün, yiğit. Yağız insanlarını hiç unutmadım, bunları hep dayımın sayesinde yaşadım. Pırıl pırıl çağlayan dere yataklarının yanlarında, yemyeşil ağaçların altında hep dayımın sayesinde oturup kalktım.
Dayımın evi, köyün girişinde idi. Dışarıdan gelen kişileride dayım karşılar, sofraya oturturdu. Bana göre yemeğini yemiyen, çayını içmeyen kimse kalmamıştır. Yengemde çalışkandı, hayvanlar güdülür gelir. Toplanacak meyvalar toplanır, sütler sağılır. Ondan sonrada oturur, saç üstünde bazen yufka. Bazen bazma, bazende fırında köy ekmeği pişirirdi. Yemekler çok uzun süre toprak tencerede pişerdi, doğrusunu söylemek gerekirse dayım sayesinde sıcak sıcak çok bazma yedim. Üzerine yengemin kendi elleri ile yaptığı tereyağını sürdük mü o çocuk psikolojisi ile ne zevk alırdık, bazen yufka ile karnımızı doyururduk. Ceviz, kuru incir, pekmez, zeytin, zeytinyağı, kuru üzüm, badem köyde çok olan ürünlerdi, hele yengemin kendi elleriyle sağdığı sütten yaptığı o yoğurtları yemek damağımda her yediğini beğenmeyen bir kişilik yaratmıştır bende.
Dayım Atatürk’ün öldüğü yıl 1938 yılında dünyaya gelmiş, gözümde çalışkan birisi olarak yer etti. Zamanla 2 erkek, 2 kız çocuğu oldu. Onları büyüttü, evlendirdi. Zamanla at ve eşeklerin yerini jeep ve pikaplar aldı, torunlar çoğaldı. Dayım elbet bunları yaparken sıkıntılarda çekmiştir, ben bu yönlerini pek hissetmedim. Bazıları onun için ’’Köyün En Zengin Adamı..’’ tabirinide kullandı, ama hep mütevazi idi. Onun dolabında 1 haftalık içeceği sigara bulunurdu, günde 1 paket içtiğini biliyorum. 2 yıl önce nefes darlığına yakalandı, sık sık devlet hastanesine yatıp çıkmaya başladı. Evveli gün oğluna ’’Bütün kardeşlerimi topla gel, göreyim.’’ demiş. Oğlu geldi, kardeşlerini topladı, apar topar hepsini köye götürdü. Orada ’’Hakkınızı helal edin, çocuklarada selam söyleyin..’’ demiş. Bu olaydan saatler sonra dün saat 15.00 sıralarında vefat etmiş. Bu gün bütün köylülerin bir araya gelmesi ile cenazesini köy mezarlığına götürüp gömdük, yüksek bir tepeye yapılan köy mezarlığı hem Çobanlar Köyü’nü. Hemde Nazilli’yi çok güzel görüyor, uğrunda çok şey gördüğüm dayıma Allahtan Rahmet diliyor. Mekanı cennet olsun diyorum, biz mezarlıktan köye doğru gelirken rüzgar yine fırıl fırıl esiyor. Kekikler kokularını etrafa yayıyor, dayımla birlikte aştığımız patika yollardaki sular yine şırıl şırıl akmaya devam ediyordu.