Arayanlara “Allah” Yeter!
Goethe(1749–1732): Tek tanrıya inanmanın birlik fikri sağladığını ve İslam’ın fikir seviyesinin yüksek olduğunu söyler. Tarih boyunca Sufiyyunun tekrarladığı, Hz. Muhammed’in de dile getirdiği “Kendini tanıyan, rabbini tanır” sözüyle birçok şey anlatılabilir.
İçerisinde yer kapladığımız mekânlar, toplumlar, doğa ve evrenler tümüyle karmaşalarla olu olduğunun bilincindeyiz. Varlıktan, varlıktan el ettiğimiz bilgiden yola çıkak “doğaüstü” herhangi bir gücün varlığını kanıtlamamız mümkün değildir. Doğaüstü güçler arasında Allah/Tanrı varlığı da yer alır. Bilgi denilen kelimeler bizim doğadan elde ettiğimiz deneylerdir. Doğadan anladığımız yaşadığımız tecrübeleri zihin de düşünerek onu kelimelere dökeriz, bilgi de öyle ya da böyle buradan kaynaklanır.
Sokrates’in “kendini tanı…” anlayışıyla “Allah” kavramını ancak ve ancak sezmek olanaklıdır. “Varlık”, varlığın çeşitleri konusunda tartışmalar çoktur. Filozoflar arasında varlık hakkında bütünlük görmek olanaksızdır. Üzerinde tartışma kaçınılmaz olan, doğaüstü gibi varlığı ancak hayal edilebilen “Allah Varlığını” daha doğrusu Deistlerin, Dinlerin anlattığı bir tanrıyı, ona yüklenen sıfatları kanıtlamak, epistemolojik sorunlarla beraber kanıtlanamaz. Üstelik kanıtlanması “bilgi” dairesinde sınırlılık kazanır. Bilgi insanın ürünüdür, onu alanlara ayırmak, metot olarak çeşitlendiren insandır. İnsanın zihni-kelimeleri-doğa arasında meydana gelen metotlarla insanı aşan bir varlığı ifade etmek bile onu insandan daha alçak bir seviyeye indirmektir.
İnsan ile varlık arasında cereyan eden çıkarımlarla; bilginin tanrıya sınırlar çizdiğini bir örnekle gösterelim: Varlık hareket halindedir”
Varlık görünendir ve biz bunun hareket halinde olduğunu biliyoruz. Var ettiğimiz bilgiyle ikinci çıkarıma başvuralım: “hareketi sağlayan bir kuvvet olmak zorundadır, o kuvvet Allah’tır”
Hareketi meydana getirenin kuvvet olduğunu biz yine varlıktan çıkarıyoruz. Çıkarımı deneye dayanarak ortaya koyuyoruz. Eğer böyle bir çıkarımla doğaüstü herhangi bir gücü ispatladığımızı zan edersek yanılıyoruz. Deneyler/bilgilere dayanarak ortaya konan “kuvvet-hareket” delili yine bilgiyle şöyle çürütülür: “kuvvetlerin hepsi cisim ise hareketi sağlayan da cisim olmalıdır” Şayet hareketleri sağlayan kuvvetlerde hareketin aynısı gibi değilse o zaman hareket-kuvvet delilini bir özel kuvvet için getirmemiz muhaldir. Hareket-Kuvvet veya İslam kelamcılarının söz ettiği “Hudus” delili bilgiye dayanarak ortaya konduğu için sakat kalıyor. Üstelik kuvvetler zekâ olabileceği gibi, aptalda olabilir. Yine kuvvetler bir değil birçok da olabilir. Teist düşünürlerin var güçleriyle kanıtlar sunarak ispat etmek istedikleri tanrıyı; Anti-Tez olan Ateizm’in elini güçlendirmiştir. Bilgi sahasına dâhil olan her şey deneye dayanmalıdır. Aksine hiçbir zaman net olarak bizlere ispatlanamaz. Tezlerin düşünsel tarih de nasıl Anti-Tezlerin çabucak doğurduğunu başka bir örnekle sunalım. “Akıllı Tasarım”, İslam literatüründe ki “Nizam-İntizam” tezinde ispatlanmak istenen “Evren mükemmeldir, o halde bunu meydana getiren bir üstün zekâ vardır” Anti-Tez aynı mantıkla “Evren mükemmel ise onu var eden zekâ da mükemmeldir. O halde o zekâyı var eden bir zekâ daha da olmalıdır” Görüldüğü gibi bilgilerden yola çıkarak söylenebilecek her söze karşılık bir karşı tez geliştirilebilir. Düşünce tarihinde işlenen bir kanun vardır “diyalektik”! Bilgide her zaman karşılaştırma olur. Bir tez sunulduğunda onu tersi hemen meydana gelir. “Akıllı Tasarım” dediğinizde karşısında “Aptal Tasarım” yer alır. Bilim için bilgi gerekir. Bilimin kaynağı da zaten bilgidir. Bilgisiz toplum demek diğer canlılar gibi yaşamak-ölmekten ibarettir. İnsanların kaliteli, ferahlı yaşam kurmaları için bilgi ve sonunda var olabilecek güzel ahlak gerekecektir. Oysa Allah için bilgi sadece onu karşılaştırma bir düşünceye sürükler. Allah’ın varlığını öğrenmek için bilgi sadece bir yüktür. Bilgi ancak tanrıların sahte olduğunu ispatlayabilir. Gerçekten insan için önemli olan Allah’ı hiçbir zaman insana bilgi metoduyla verilemez. Bilgi, Allah’ı bilgiyle öğrenemeyeceğimizi anlamamız için gerekebilir, oysa Allah kavramını yakalamak için hiçbir katkı da bulunamaz.
İslam entelektüellerinin büyüklerinden Gazali “Filozofların Tutarsızlığı” başta olmak üzere birçok “Allah üzerinde yapılan ontolojik tartışmaya” reddiye yazmıştır. Gazali bu reddiyeleri yazarken amacını şöyle ifade eder “ben onları kendi savlarında şüpheye düşürmek için yazdım”. İbn-i Rüşt, bu sözlerin Gazali’ye yakışmadığını ve safsata yapmakla suçlar. Gazali’nin toplum, kadın, tanrı tasavvuru klasik İslam düşüncesinden farklı değildir. Allah’ı arama yöntemi takdirden başka herhangi bir söze layık değildir. Allah’ı bilimde, felsefede, mekteplerde, toplumda, doğada veya bilgide aramak, tartışmaya açmak şaibeli düşüntüler üzerinde tez gelişmektir. Üstelik düşüntülerin anti-tezleri her zaman tezlerinin değerlerinden daha yüksektir. Bilgiyle tespit edilebilecek metafiziksel varlıklar (ki kanıtlamadan çok mantık yanıldığı) bizleri klasik mantık ile sınırlar. Dini, ahlakı, insanın ve evrenin kökenini tanrıya dayandıranlar her zaman klasik mantıkla hareket edenlerdir. W. Hamilton (1988–1856) bilginin sınırlı olması hasebiyle ulûhiyeti anlayamayacağımızı söyler. C. Darwin (1809–1882) canlıların evrimle hiçbir ilahi müdahale olmadan var alabileceğini ciltler dolusu eserlerle meydana sermesine rağmen; ben hiçbir zaman Allah’ın varlığını inkâr etmedim demiştir.
Devamı var....
Saygılarımla