Aradığın Herşey Yanında
Bazen ihtiyacımız olan şey o kadar yakınımızdadır ki biz onu kendi hırslarımızdan, gündelik telaşlarımızdan, kendi uğultularımızdan dolayı göremeyiz, duyamayız. Aradığımız şeyin çok uzaklarda olduğunu sanırız. Oysa çok yakınımızdadır. Hatta bazen gözlerini gözlerimize dikmiş, bizden gelecek en ufak bir yönelmeyi beklemektedir. Ama biz şiddeti zuhurundan gizlenmiş ya da o kadar açık olduğundan duyarsızlaştığımızdan farkedemeyiz.Kendi çölümüzde, pınarın başındayızdır ama susuzluktan kırılarak yaşarız.
Feribot kalkmak üzereydi… Yaşlı bir çift ve kızları olduğu tahmin edilen bir kişi, hararetli bir tartışmaya koyulmuşlar; bir yandan birbirlerine kızarak biraz da yüksek sesle bağırıyorlar, diğer yandan gözleri yerde bir şey arıyorlardı. Bir şey kaybetmiş gibi görünüyorlardı. O sırada tekrar tekrar edilen anosta, bir cüzdanın bulunduğuna ve kaybedenlerin feribot kalkmadan girişe gelmelerine dair bir çağrı yapılıyordu. Cüzdanın içinden çıkan kimlik bilgilerine göre bir isim tekrar tekrar okunuyordu.
Bizim yaşlı karı-koca ve kızları kendi içlerinde o kadar yoğun ve kızgın olmalıydılar ki anonsla ilgilenen bir halleri yoktu. Yolculardan birinin aklına gelmiş olacak ki anonsu duyup duymadıklarını sorduğunu gördüm. Ama yolcuyu da duymuyorlardı. Sağır değillerdi ama kızgındılar ve birbirlerini suçlamaya o kadar yoğunlaşmışlardı ki dışarıdan gelen hiç bir sesi duymaya açık değillerdi.
Yolcu ısrarla anons yapıldığını söyleyip “Belki sizin kaybettiğiniz cüzdandır.” diye birkaç defa ısrarla bağırdıktan sonra, yaşlı adam döndü ve anonsu dinledi. Evet, tahmin edildiği dibi cüzdan dakikalar önce bulunup girişe getirilmişti. Ama bizimkilerin telaşı ve kendi içlerinde kaybolmuşluğu duymalarını engellemiş ve cüzdanı kaybetmiş olmanın üzgünlüğünün zeminini hazırlamıştı. Cüzdan sahibi bulundu yaşlı adamkendine göre en hızlı haliylegirişe doğru yürümeye başladı.Tam feribot kalmak üzereyken telaşla girişten teslim alındı. Vapurdaki herkes de rahat bir nefes almış oldu.
Hayatımızda ve ilişkilerimizde o kadar çok buna benzer olaylar yaşıyoruz ki kendi zindanlarımızda kendi zincirlerimize gömülmüş, güneşe karşı sırtımızı çevirmiş olduğumuzdan, bir türlü göremiyoruz.
Eğlence arayışıyla televizyonun karşısında saçma sapan tekrar programlarında oyalanırken büyüyor çocuklarımız. Oysa televizyonla kıyaslanamayacak kadar eğlenceliler çoğu kez. Emekleyen bebeği seyretmenin verdiği lezzet hangi diziyle kıyaslanabilir? Çocuklarımızın kendi aralarında kurduğu oyunlardaki coşkusunu seyretmenin verdiği heyecanı hangi futbol maçı verebilir? Bizler evimizdeki seslere kulaklarını kapamış başka yerlerden gelecek eğlencelerin fakiri olup duralım, çocuklarımız büyüyüp ellerimizden kayıyorlar.
İnternet ortamında arkadaş ararken, yan odada bir kelimemizi duymak için akşama kadar bekleyen eşimizi ıskalamıyor muyuz? Uzaklardan eş seçmeye çalışırken; komşumuzun kızı veya işyerindeki mahcup delikanlı küsurata dönüşüyor.
Mağazanın vitrininde çok beğenip alamadığımız için hayıflandığımız tişörtün benzeri belki de daha iyisi geçen sezon alınmış dolapta unutulmuş bekliyor. Tatile gidemedik diye üzülürken, bir kaç çiçekle güzelleştirebileceğimiz ve akşamları Ay’ı seyredeceğimiz balkonumuz tozdan görünmüyor…
Marketteki çikolata, bahçedeki şeftaliden daha fazla ihtiyaçmış gibi görünüyor. Çikolataya ulaşmadığımızda mutsuz oluyor, şeftalinin çürümesine aldırmıyoruz. İki sene önce aldığımız kitapta aradığımız çare yazarken ve biz onun tozunu mütemadiyen alıp içine bir kez olsun bakmazken, acılarımız kanatıyor!
Demir eksikliği çekerken, evdeki pekmezi ekşitiyor, çöpe gönderiyoruz. Yalnızlıktan yakınırken, her gece gökyüzümüze ay konuyor, bize gülümsüyor; ama biz görmüyoruz! Üzerimizden kuşlar geçiyor farketmiyoruz. Oysa en çok ihtiyacımız olan şeyi, umudu haykırıyorlar bize. Nasıl bir şey bekliyorsak sadece bekliyoruz ya da kendi gürültümüzden aldanıyoruz. Daha neler neler…
Aradığımız ve ihtiyacını hissettiğimiz çoğu şey o kadar yakınımızda ki bizim sadece kendi sabitlenmelerimizden sıyrılıp başımızı çevirmemizi bekliyor. Dertlerimizin çareleri elimizin altında!..
Bazen dönüp bakmakla ancak görebiliyoruz bazen de bir gösterenin ufak bir yardımıyla… Ama emin olduğum tek bir şey varsa o da çarelerin uzakta değil, yanı başımızda olduğudur. Burnumuzun dibindeki çiçekleri bırakıp, uzak dağ başlarında, uçurum kenarlarında şifa otları aramamalıyız. Hem çevremizdeki seslere, hem de yüreğimizin derinliklerinden gelenlere kulak vermeliyiz vesselam…