Antibiyotik Direnciyle İlgili Bilinmesi Gereken Her Şey
Bakterilerin antibiyotiğe karşı direnç geliştirdiği çağda yaşam korkutucu görünüyor; ama felaketten kaçınmanın yolları da var.
Bakterilerin antibiyotiğe karşı direnci, bizim antibiyotiği bu kadar yaygın kullanmaya başlamamızdan
çok daha eskilere dayanıyor. Günümüz bakterilerinin antibiyotikten korunmak için geliştirdiği genlere, kuzey kutup bölgesindeki donmuş topraklarda 30 bin yıl önce yaşamış bakterilerde de rastlandı.
O zamanlar bakteriler açısından bu genler pek avantaj teşkil etmiyordu. Ama insanlar en küçük bir hastalık belirtisinde bile antibiyotik kullanmaya başladıktan sonra direnç genleri her bakteri açısından kaçınılmaz hale geldi.
Antibiyotiğin atası penisilini keşfeden Alexander Fleming bile henüz 1946’da antibiyotiğe direncin yayılması tehlikesine karşı uyarıda bulunmuş, antibiyotik kullanımının yaygınlaşması ve bakterilerin daha iyi savunma sistemi geliştirmesinden söz etmişti.
Antibiyotik krizi, BBC Future’un Kasım ayında Sidney’de düzenleyeceği Dünyayı Değiştiren Fikirler Zirvesi’nde de tartışılacak.
Durum ne kadar ciddi?
Tüberkülozdan örnek verecek olursak, isoniazid ve rifampicin antibiyotikleri sayesinde Mikobakterium tüberküloz adlı bakterinin yol açtığı bu hastalık, zengin batılı ülkelerde artık pek görülmediği gibi diğer ülkelerde de azalmıştı.
Fakat şimdi yeniden yaygınlaşıyor. Üstelik Hindistan, Çin, Rusya ve Papua Yeni Gine’de rastlanan bu yeni tüberküloz vakaları bu antibiyotiklere karşı dirençli.
Birden fazla ilaca karşı dirençli tüberküloza ‘kanatlı Ebola’ adı veriliyor. Öksürük ve hapşırma yoluyla kolayca bulaşan bu hastalıktan kurtulma şansı en iyi tıbbi bakımla bile yüzde 50 düzeyinde.
Ama bu, antibiyotik direnci sorununun sadece küçük bir kısmı. ABD’de her yıl en az iki milyon kişi antibiyotiğe karşı dirençli bakteriyel enfeksiyona yakalanıyor ve bunların 20 bini hayatını kaybediyor.
Kalın bağırsakta enfeksiyona neden olan koli basili ile kan zehirlenmesine yol açan ve ölümcül olabilen psödomonas aeruginosa bakterilerine hastanelerde sık rastlanıyor. Bunlar antibiyotik savunma sisteminin son kalesi olarak yorumlanan karbapenemlere karşı dirençli bakteriler.
Ayrıca cinsel yolla bulaşan frengi, belsoğukluğu ve klamidya gibi hastalıklara da bakteriler yol açıyor. Günümüzde antibiyotik direnci nedeniyle belsoğukluğu tedavisinde zorluklarla karşılaşılıyor.
Yeni antibiyotik bulunamaz mı?
Ne yazık ki bu o kadar kolay değil. Büyük ilaç şirketleri kanser ve kalp hastalıkları gibi daha kârlı alanlara yatırım yaptığı için ‘antibiyotik musluğu’ bir süredir kurumakla yüz yüze. Antibiyotik tedavisi 1000 dolara mal oluyorsa kanser kemoterapisi on binlerce dolar tutuyor, ya da kolesterol düşürücü ilaçları uzun süre kullanmak gerekiyor.
Amerikan Bulaşıcı Hastalıklar Derneği’ne göre, bugün kullanılan tüm antibiyotikler 1984’ten önce bulunmuş antibiyotiklerin bir türevi. Antibiyotikler ayrıca ilaç şirketleri için bilimsel, yasal ve ekonomik zorluklar demek. Bu nedenle bu alandan çekiliyorlar.
Çözüm ne?
Yapılacak en önemli şey, zaruri olanlar dışında antibiyotik kullanımına son vermek. Bu ilaçlarla ilgili yerleşmiş anlayış ve uygulamaları yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Örneğin kulak ya da idrar yolları eknfeksiyonu için ille de antibiyotik kullanmak gerekmeyebilir; hatta antibiyotik kullandıktan sonra kendinizi iyi hissetseniz bile ilaç bitene kadar kullanma tavsiyesinin bile ne kadar geçerli olduğuna bakmak gerekiyor.
Üstelik alışkanlıklarını değiştirmesi gerekenler sadece doktorlar da değil. Hastaların da her aksırık ve tıksırık için antibiyotiğin çare olmadığını anlaması gerekiyor. Genellikle üst solunum yolu hastalıklarına virüsler neden olur ve bu durumda antibiyotik kullanılmaz; çünkü antibiyotik sadece bakterileri öldürür.
Tarım ve hayvancılık alanında da antibiyotik kullanımına son verilmesi ya da en azından azaltılması çağrıları yapılıyor. Dünya Sağlık Örgütü, hayvanlarda enfeksiyon riskine karşı hemen antibiyotiğe baş vurulmaması, aşı, hijyen ve biyogüvenlik gibi alternatiflerin geliştirilmesi tavsiyesinde bulunuyor.
Daha radikal çözüm var mı?
Bakteriyofaj ya da ‘bakteri yiyen’ virüsler alternatif çözüm olabilir. Bu virüsler aslında bakterileri yemiyor, onu yuva olarak kullanıp çoğalarak başka bakterilere yayılıyor.
Bakteriyofajlar 1915’te keşfedildi ve 2. Dünya Savaşı’nda kangren tedavisinde kullanıldı. Bugün de antibiyotik krizine çözüm amacıyla yeniden inceleniyorlar.
Yeni antibiyotik keşfetme amacından da vazgeçmiş değiliz. Ama bu antibiyotiklerin üzerinde de Demokles’in Kılıcı sallanıyor olacak. Bakteriler bir gün bunlara karşı da direnç geliştirecek. Bunu asla kazanamayacağımız bir silahlanma yarışı olarak görebiliriz. Umuyoruz ki bu yarışın kaybedeni de olmayız.
Kaynak: http://www.bbc.com/turkce/vert-fut-37633026