Ankara’da Patlayan Bomba Ve Devletlerin Dostlukları
Türkiye geçtiğimiz süreci ıskalamak istemiyorsa Mavi Marmara ile ilgili BM raporunun ABD basınına sızdırıldığı günden beri yeni bir süreçle karşı karşıya kaldığını kabullenmelidir.
Ülkelerin ilişkilerini yazanların en müşkülatlı (problematik) alanları diplomasi dili ile mevcut durumların tenakuzundan (çelişki) kaynaklı güvensizliklerdir. Zira ülkeler kendi aralarında diplomatik ilişkiler geliştirerek iktisadi/ticari, siyasi, askeri anlaşmalar yaparlar ve uluslar arası arenada işbirliği yoluna giderler.
Özellikle imparatorluklar döneminden itibaren biliyoruz ki ülkelerin birbirleriyle yaptıkları anlaşmalar güçlü ülkenin keyfine göre yapılır. Bir süre sonra bu anlaşmalarda bir değişiklik gerekiyorsa bunu muhatap ülkeye güçlü olan ülkenin “mesajları” bildirir. Eğer muhatap ülke mesajı almamışsa güçlü olanlar isteklerini şiddetlendirerek/güçlendirerek verme yoluna giderler
Bunu bir örnekle somutlaştırarak okuyucularımla aramıza yorumcuların girmesini engelleyeyim.
Diyelim ki Türkiye İsrail ile ikili görüşmeler, kurumsal buluşmalar, diplomatların proje ve belirledikleri politikalarla sanayi, enformasyon, ticari vs. işbirliği anlaşmaları imzalandı. Bir süre güllük gülistanlık olan ilişkiler sayesinde savunma, ulaştırma ve istihbarat alanında en mahrem teçhizatı İsrail’den aldık. Ama bir süre sonra İsrail’in İran’ı vurası geldi diyelim. İsrail bu talebini Türkiye’ye iletmeden önce ülkenin pek çok yerinde bombalı olaylar meydana gelir. Bu şu demek; “ey Türkiye, ben “İran’ı vuracağım, bana hava sahanı kullandırtmanız gerek.” Türkiye bu mesajı alır ve bu mesaja olumlu cevap verecekse sorun -şimdilik biter. Yok, eğer Türkiye mesajı almamışsa ve/ya İsrail Türkiye’den “hayır” cevabı alır ise bu sefer hem olaylar arttırılır ve hem de iç ve dış düşmanlarıyla ilişkiyi geliştirir.
Hiçbir ülke yekdiğerine ebedi dost veya düşman olamaz. Bunu (dostluk ve düşmanlığı) menfaatler belirler. Bugün dost görünen bir ülke menfaatlerine daha uygun bir ülke bulur ve bu ülkenin sizinle dostluğunu askıya alması gerekiyor ise bunu çeşitli bahane ve yollarla hiç çekinmeden ilan eder.
Mavi Marmara raporunun pazara düştüğü günden itibaren “sıfır sorun”lu “dost” ülkelerin Türkiye ile nasıl kavgalı pozisyona geçtiklerini görmemek için Kemal KILIÇDAROĞLU olmak gerek. Hele bir de Ortadoğu ve Afrika’da bazı ülkelerde yapmak istediğiniz “devrimler” bitmişse artık bunu anlamak için okur-yazar olmanıza bile gerek kalmaz.
İran, dost ve kardeş ülke; derhal farklı mesajlarla Türkiye’ye karşı pozisyon alarak zalim BAAS’çı Suriye rejimin konusunda pazarlıklara girişti.
Yunanistan, flörtlerin beş paraya düştüğü sürecin akabinde İsrail ile askeri işbirliği sinyalleri vermeye başladı.
Almanya PKK kozunu öne sürüp Türkiye’ye Ortadoğu politikasını değiştirmesinin açık mesajlarını verdi.
Fransa-İngiltere Libya üzerinden Türkiye’ye “hop” dedi.
ABD İsrail’e asla zarar verilmesini kabul etmeyeceğini ilan etti. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Almanya cumhurbaşkanı GÜL’ün ziyaretini sabote etmeye kalkıştı, bereket Sayın GÜL kararlı davranarak ziyareti lehine çevirdi. Bununla Almanya “benim hesaplarımı bozarsanız en üst seviyede rencide olmayı göze alacaksınız” mesajını vermiş oldu.
Rumlar petrol arayışı için ciddi bir fizibilitesi olmadığı halde Ak Deniz’de sondajlama faaliyetine başladı.
İsrail Yunan hava sahası için ciddi adımlar atarak Türkiye’ye bir metre daha yakınlaşabileceğini kanıtladı. “Ben havada sana bu kadar yakınlaşabilirim” iddiasını doğruladı.
Mısır’lı “şeriatçılar” ERDOĞAN’ın ülkelerindeki popülaritesini “laiklik” üzerinden düşürmeye çalıştı. Sanki Mısır şimdiye kadar seküler ve din düşmanı bir rejimin zulmü altında ezilmemiş gibi.
İçerde ise;
Tam da “vallahi billahi ben değiştim, artık eski derin devletin piyonu değilim” diyen muhalefet (düştüğü yeri ısıtamayacağının farkında bile olmadan) birden bire celallenir.
Pusuda bekleyen görevli ve/ya emekli bürokratlar “zilin sesini” duyup 10. yıl marşını dillendirirler.
Velhasıl-i kelam “dost”un düşmana dönüşmesi için sizin ille de hata yapmanıza gerek yok.
Şimdi “neden böyle oldu” sorusunu sormaya ihtiyaç duymadan olup bitenlerin soruya nasıl bir cevap verdiğini düşünürsek;
“Osmanlı torunları yeniden güçlenirse menfaatlerimiz azalır” endişesini taşıyan ülkeler kendilerine yakışanı yapma derdindedirler.
Onlar için en iyi Türkiye “hasta adam” olan Türkiye’dir. Hastalığı atlatıp uluslar arası arenada “ben de varım” diyen bir Türkiye batıyı menfaatleri gereği tedirgin eder. Neticede pastayı paylaşma söz konusu olacaktır ki batının en sevmediği şeydir pastayı bölüşmek…
Türkiye ne yapmalıdır?
Eğer Türkiye kendi iç sorununu barışla neticelendirirse –ki ben bunun çok yakın olduğuna inananlardanım- bu oyunları bozacak enerjiye fazlasıyla sahiptir. Güçlü ve kararlı bir iktidar halkına sırtını dayamışsa onu sıkıntıya sokacak bir durumla karşılaşması çok zordur.
Dış politikasında kararlı ve akıllı davranan bir Türkiye, daha güçlü ve kazançlı çıkacaktır ve tabi batı kazan-kazan formülüne razı olacaktır.