Ankara; Nereden Nereye?..
Güzel bir Ekim sabahı.
Güneşin cılız ama parlak ışıkları bol çiçekli odamızın pencerelerinden içeri doluyor.
Arkadaşım Nurettin'le sabah çaylarının koyulttuğu sohbette Eski Ankarayı ve bugünkü görünümü konuşmaktayız.
O, dün öğle sonrasında Ulus'u, Eski Meclis'i, Heykel ve çevresini gezmiş. Devamında Hacı Bayram'ı Kale'yi dolaşmış..
Oralarda Cumhuriyet Ankarası'nın temizliğini, zarafetini, geniş bulvarlarını, bina-yol ve mekanlardaki mimari estetik ve bütünlüğünü aramış..
Ancak boşuna..
Anlattıkları çok iç karartıcıydı.
Ulus ve çevresine yolu düşen herkesin görebileceği izlenimler..
Herkes görebilir ama, Nurettin bir fotoğraf, estetik, zarafet, incelik ve güzellik tutkunu, sevdalısı olduğundan etrafa sadece bakmamış ayrıntıdaki çirkinlikleri bir bir saptayıp kaydetmiş.
Bana da anlattıkça izlenimlerinde bir yazı-deneme- hatta öykü kokusu aldım ve hemen bir çırpıda yazdım.
En çarpıcı olanı da Ulus'tan Bahçeli'ye gitmek üzere bindiği dolmuşta tanık olduğu bir diyalog;
Dolmuş sürücüsü, 15-16 yaşlarında Rick Martin görünümlü bir delikanlı çocuk.
Direksiyona bir imparatorluğun sultanı gibi oturmuş..
Hareket ettiklerinde yolcular "acaba bu çocuk bizi nasıl götürecek" kaygısında.
Biraz ilerleyince, Cumhuriyet öğretmeni görünümünde temiz giyimli, kibar, dikkatli iki yaşlı teyzeden biri şoföre;
"Evladım acaba sizin vasıta kullanma selahiyetiniz var mı?" diye yavaş ama kararlı biçimde sorar.
Şaşıran delikanlı şoför sağından geriye doğru hafifçe dönerek; azarlarcasına;
"Ne diyon teyze sen"
Suskunluk.
Teyzenin zarafet dolu cümlesi ve kaptanın biçimsiz yanıtı bende iki Ankara'yı tanımlayan özlü sözler olarak kaldı.
Dedik ki, birlikte; gerçekten Ankara'da nereden nereye geldik ve gitmekteyiz?
Ve ben bir ara Yakup Kadri'nin Ankara Romanındaki kurguyu, gelecek tasarımını anımsar gibi oldum.
Ankara'nın başkent olduğu, Cumhuriyet'in kurulduğu geçmiş Ekim günlerinden bugüne, 2012' nin Ekim'ine bir kısa tarih gezintisi yaptık birlikte..
Sağolasın Nurettin..
Bir öğle sonrası izlenimlerini paylaştın, öykü tadındaki bu gözlemler bir yazıyla dostlarımıza ulaştı.
Zaten yazmak da yaşamı-olayları gözlemleri bir köşeye kaydetmekten başka nedir ki?