Anayasa Değışikliği (I)
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ 1
Demokratik ülkeleri, monarşi, oligarşi, krallık, tiranlık ya da diktatörlük gibi yönetim biçimlerinden ayıran en önemli fark, şüphesiz bu ülkelerin isimleri önündeki unvanları değil kuvvetler ayrılığını reel anlamda hayata geçirebilme özellikleridir.Modern dünyanın gelişmiş demokratik ülkelerinde temel erkler; yasama, yürütme ve yargı belirgin çizgilerle ayrılmışlardır. Bu kuvvetlerin birbirlerine ait sınırlara saygıları, demokrasinin oturmuş olmasının en belirgin özeliği olarak kabul edilir. Yoksa halen sembolikte olsa resmi unvanlarıyla krallık olan İngiltere, Hollanda ya da Japonya isimlerindeki krallık tabirine rağmen demokrasinin en gelişmiş ülkeleri olamazlardı.
Çok ciddi imparatorluk geleneğiyle o günkü bilinen dünyanın çok büyük bir coğrafyasında söz sahibi Osmanlı’nın mirası üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyetinde, ismindeki Cumhuriyet ve hayatiyetindeki demokrasi vurgusuna rağmen çok sık yaşanan askeri muhtıralar ve ihtilaller nedeniyle bu temel erkler sürekli iç içe girdirilmiş ve hedeflenen muasır medeniyet çizgisi bir türlü yakalanamamıştır.
Öyle ki son zamanlarda hukuk ülkesi olma hayaliyle Avrupa birliği kapısında çaba sarf ederken kuvvetler ayrılığına saygısızlık gösteren kimi kurumlar durumdan vazife çıkararak yargıçlar ülkesine doğru gidişe çanak tutmaktadırlar. Üst mahkemeler denetim görevinin ötesinde kanun koyucu /yasama, hatta neredeyse yürütmeyi etkisizleştirerek yürütmeye şerik/ortak olabilmektedir.
İşte tam da bu süreçte Ak Parti’nin belki de çok geç kalmış bir çabasıyla Anayasa’da mini ama önemli bir değişiklik çabasıyla karşı karşıyayız. Bu son değişiklik çabası Anayasa bütünlüğü içinde madde sayısı itibarıyla çok sınırlı dolayısıyla mini, ama özellikle kuvvetler ayrılığını yerli yerine oturtma çabasına katkısı dolayısıyla da çok büyük bir adımdır.
Özellikle Üst yargıyı Avrupa normlarında belirleme / atama, askeri yargıyı görev tanım ve sınırları itibarıyla yeniden düzenleme, kurumların yetkileri kadarda hesap verebilirliklerini anayasal çerçeveyle belirgin hale getirme, atandığı andan emeklilik yaşına kadar aynı görevde kalarak zaman ve zemin entegrasyonundan kopan Anayasa Mahkemesi üyeliği gibi önemli bir görevde kalma süresini sınırlayan, YAŞ kararlarına yargı yolunu açan, vb. yeni düzenleme şüphesiz çok büyük bir adımdır.
Ve en önemlisi de bu adımı bu milletin tam da bunun için seçip Ankara’ya gönderdiği asıl işleri yasa yapmak olan TBMM nin üyeleri özgür iradeleriyle yapmaktadırlar. Doğrusu bu değişiklik birde referanduma gider ve milletin desteğini alırsa iki kere rafine olmuş bir çalışma olacaktır ki bu durum 2011 seçimlerinden sonra Anayasanın tümden değişiminin önünü açacaktır.
Bu değişim çabası karşısında direnen iki grup vardır ki, bunlardan bir kısmı comformist (statükocular), diğerleri royalistler (kralcılar) dir. Felsefi anlamlarıyla ifade ettiğimiz bu değişime karşı direnç gruplarının temsilcileri olarak comformizmi temsilen CHP, royalizmi temsilen MHP öne çıkmaktadır. Yapılan bu değişiklik çalışmasına direnen bu iki muhalefet partisinin önemli ölçüde tabanlarına rağmen ortaya koydukları bu direnç, siyaset felsefe ilişkisinin eski yunanda kalmadığını, günümüz siyaset bilimine ilgi duyan genç nesillerin mutlaka siyaset felsefesini bilmelerinin ne kadarda önemli olduğunu göstermesi bakımından şayan-ı dikkattir.
Ana hatlarını ifadeye çalıştığımız Anayasa değişikliği çalışmasında tüm direnç gruplarına rağmen kazanan demokrasi ve dolayısıyla ülkemiz insanı olacaktır. Zira her yenilik hamlesi karşısında ülkemizin özel şartları, ya da o süreçteki ekonomik sosyal sorunları bahane olarak sunan kimi çevreler değişime direnç karşısında bilmelidirler ki değişime direnmek hayata ve realiteye direnmektir.
Meşhur bir söz vardır. “sular yükselirse balıklar karıncaları, sular çekilirse karıncalar balıkları yer. Öyleyse sonucu belirleyen karıncalar ya da balıklar değil sulardır” Bu süreçte su demokrasidir.