Anadil İle Dua Ediyorum
Haftalardır hatta aylardır yazı ve röportajlarımda "Kürt sorununun insanlık sorunu olduğuna"vurgu yapıyordum... Bu konuda birçok kişi ve kesimden olumlu/olumsuz tepkiler de aldım... TBMM'de "Anadilde savunma hakkı" konusunda yapılan tartışmalar, haklılığımı ortaya koydu...
Bu coğrafya çok badirelere şahitlik etmiştir. Birçok hüznü ve destanı barındırmıştır bağrında. Bir dokunsanız neler işiteceğinizi bir Allah bilir.
Bazen barışın sağlanması ve barış koşullarının olgunlaşması için konuşmak değil, sadece susmak yeterli olabilmektedir. Belki de bu evrede en çok ihtiyaç duyduğumuz şeydir susmak… Zira birileri; olanı anlamsızlaştıracak kadar, olmayanı da anlamlaştırabilmekte. Kimileri konuşmadan çok şey anlatırken, kimileri de konuşarak birçok şeyi anlamsızlaştırabiliyor. Hele birde; muhatabınızda anlama eksikliği olunca, kelimelerinizin düzgün ve hak adına doğru olması da bir anlam ifade etmeyebilir...
“Ben böyle söylesem de, sen öyle anlama veya ben öyle söylemesem de sen böyle anla!” cümleleriyle karşılaşmayanımız yoktur sanırım… Bu da çağımızın vebası galiba… İşte tam da böyle bir çağda, böyle muhataplarla sorunlarımızı konuşarak çözmeye mecbur bırakılmış olmak!
Farkında mısınız, bazen; iyi olduğunu zannedenler, insanlığa kötülerden daha fazla zarar verebiliyor.
Dua; seslenmek, sesleniş, halini arz etmek… Hak etmediğinden kurtulmak veya hak ettiğini elde etmek adına dilenmek, kendini tanıtma ve ifade etme çabası. Dua; bir nevi savunma…
Savunma; hâkim karşısında kendini ifade etmeye çalışmak, ifadeye çağrılmak da denilmiyor mu zaten… Hele bu kişi idam cezasıyla yargılanan birisi ise; kendini en iyi şekilde ifade edebilmeli. Bu yönde tüm olanaklar sağlanmalı. Kendini öyle bir ifade edebilmeli ki, kurtuluşuna vesile olan o konuşmasını ve kullandığı dili, geri kalan tüm hayatı boyunca hep şükranla ve kıvançla hatırlasın!
Gerçek dua, tadı damağınızda kalan duadır. Bu tada varabilmeniz için öyle bir teveccühle Allah’a yönelin ki; rikkat her tarafınızı sarmış olsun. Yargılanan birisi, davasının karara bağlanacağı gün, hâkimin karşısında kendini ifade etmek için nasıl davranacaksa öyle…
Her şeyde olduğu gibi dualarda da egoistiz, ne zaman öteki için dua etmeye başlayacağız? Bölüşmekten, paylaşmaktan o kadar korkar olmuşuz ki artık dualarımızı dahi bölüşemiyoruz! Bölüşürsek çok, bölünürsek yok oluruz. Unutmayın ki bölüşemediğimizden bölünüyoruz… Yardım istemeden önce hedefinizi belirleyiniz. Niçin mücadele ettiğini ve ne yaptığını bilenlerle baş etmek zordur.
İçimiz yanıyor demekten başka bir şey yapmıyorsak çelişkideyiz demektir. Yakınındakine merhamet etmeyenin, uzaktakine merhamet etme çabası çelişkidir! Yanan beden değil ruh olmadıkça, arzulanan nefsin değil Allah'ın istekleri olmadıkça; barış, erdem ve aşktan dem vuran hala mecaz âlemindedir. Nar ve nurun ikisi de içimizde vardır… Nar nura tesir etmez, fakat nursuz nara binerseniz ya(nar)sınız! İşte misalimiz budur…
Dini referans ve retoriklerle kazanımlar elde edip eylemde bunun gereğini yapmayanları, 'Din' de kurtaramaz, dua da... Peygamberimiz (s.a.s), “… ellerini göğe kaldırmış, 'Ey Rabbim, ey Rabbim' diye dua eden bir adamdan bahsederek şöyle dedi: "Bu kimsenin yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, haramla beslenmiş, duası nasıl kabul olsun?”
Dikkatli olmayız! Dil, duanın kelimelerini söylerken, kalp ve zihin başka yerlerde olmamalı. Bunun için de dua eden ne dediğini bilmeli. Kelimeleri; dili, kalbi ve zihninin ürünü olmalı…
Birileri dua için dile bile gerek yok, düşünsel olarak de yapılabilir diyebilir… Dua; düşünsel bir irtibat olarak da algılanabilir. Peki, düşüncenin menşei nedir? Düşündüğümüz için mi konuşuyoruz yoksa konuştuğumuz için mi düşünüyoruz? Düşünce mi konuşmanın ürünüdür, yoksa konuşma mı düşüncenin?
Klasik kitaplarda insan tanımı: “Konuşan canlı” olarak yapılmaktadır. İşte burada konuşmanın yani dilin önemine biraz daha dikkat çekmek adına bunlara da kısaca değinmek gerekir. Izutsu’nun tabiriyle: “İslâm, Allah konuştuğu zaman meydana geldi.” Var olduğumuzu, varoluşumuzu, düşüncelerimizi, hayallerimizi, umutlarımızı biz dil ile ifade ederiz. Dil, düşüncenin basit bir aracı sanılıyor: “İnsanlar bir şeyler düşünürler, sonra da bunu herhangi bir dil aracılığıyla ifade ederler.” Oysa meselenin can alıcı noktası tam da burasıdır. İnsanlar dil olmadan, dile başvurmadan düşünemezler; yani dil, düşüncenin basit bir aracı değildir. Biz düşünüyoruz, sonra da düşündüklerimizi herhangi bir dille ifade ediyor değiliz. Bilakis dil, bizim düşüncemizi mümkün kılan şeyin ta kendisidir. Dil olmazsa düşünemeyiz.
Dua; ibadetin özüdür. Duamız olmasaydı ne ehemmiyetimiz olurdu ki? (Ey Muhammed!) “De ki: ‘Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!’ 25/77”
İşte soruyorum; dua etmesini biliyor muyuz? Peki, duanın ne olduğunu biliyor muyuz? Konuşmayı dahi başaramayanlar bunları nasıl başarsın ki!
Ya Rab! Bize sabretmeyi nasip et zira Sen; “Sabredenlerin mükâfatını, yapmakta olduklarının daha güzeliyle vereceğiz... 16/96” demişsin! Merhametinin kapasitesinden şüphem yok; cümlelerim acizliğimi ifade etme çabasıdır, ya Rab!