Alternatif Bir Sevgililer Günü Yazısı
Şimdilerde modası geçse de, hepi topu bir yıl önce, Elif Şafak'ın “Aşk” kitabıyla başlayıp, Sinan Yağmur'un serisi ile devam eden bir Celaleddin Rumi – Şems modası vardı...
(Yazının bundan sonrasında da bolca kullanacağım için, önce açıklamasını yapayım. Mevla; Kuran Arapçasında “Efendi, Rab” anlamındadır ve Allah için kullanılır. Mevlana da, “Efendimiz, Rabbimiz” demektir. Önce peygamberi, peygamberin ailesi ve ashabını, sonra halifeleri, sonra sırasıyla mezhep imamları, ikinci imamları, tarikat şeyhlerini tanrılaştıran zihniyet, Kuran'da Allah'ın kendine mal ettiği sıfatı, Celaleddin Rumi başta olmak üzere, bir çok din lideri için kullanır. Bu, en hafif tanımıyla Allah'a saygısızlıktır. Bir kişiye methiyeler düzmek için Allah'a saygısızlık etmenin, Muhammed Peygamber adına yapılanlarının yanında, bu küçük bir detay gibi kalıyor. Ancak ben, hiç bir yazımda ve günlük hayatımda, Celaleddin Rumi için “Mevlana” ismini kullanmıyorum. Ben, kim olursa olsun, bir insan için “Efendimiz” ünvanını kullanmayı da doğru bulmuyor ve Mevla, Rab, Hazret sıfatlarını sadece Allah'a addediyorum.)
Celaleddin Rumi ve Şems-i Tebrizi'nin aşk hikayesi, İslam düşünce tarihi ve İslam felsefesinde derin yer etmiştir. Ne var ki, yüzyıllarca, Celaleddin'e atfedilen sufi tarikatı mevleviliğin de etkisiyle, konuşulanlar sadece semboller ve mecazlarla sınırlandırıldı. Şems'in öldürülmesi ise, bir üçüncü sayfa haberi kadar bile yer etmedi.
Celaleddin'in Şems'e, Şems'in Celaleddin'e yazdıkları, kavuşmaları, ayrılıkları, tekrar buluşmaları, kapalı kapılar, dört duvar arasında yaşadıkları, sözleri ise hep bir örtüyle sımsıkı bağlandı; “ilahi aşk...”
Yolda, televizyonda kadınsı tavırlarda / giysilerde bir erkek bedeni gördüğünde “cık cık cık, tüüü, püüüüüh, utanmazlar, arlanmazlar.” diye sayıp söven hanım teyzelerin, eşcinselliği bir hastalık, bir aşağılık olarak gören erkeklerin, Celaleddin'in sözlerini, yazılarını, Şems ile hikayelerini, gözyaşları içinde, “ibret alarak” okumalarının absürdlüğü bir yana...
Celaleddin ve Şems'in hikayesinden, hem de ismiyle, cismiyle “aşk”diye bahsedenlerin dahi adını koyacak cesareti bulamayıp, dönüp dolaştırıp işi “ilahi aşk” mevzusuna bağlamaları öbür yana...
Kabul edelim ki, ikilinin birbirine yazdıkları, söyledikleri, en romantik çifti bile kıskandıracak nitelikte... Üstelik, bir erkeğin bir kadına söyleyemeyeceği naiflikte... (Bu konu her açıldığında, aklıma Murathan Mungan'ın “Olmasa Mektubun” şiiri gelir...)
Evet, artık bu durum, “ilahi aşk, Allah aşkı, aslında birbirlerine değil, Allah'a yazmışlardı...” gibi bahanelerin arkasına itilmek yerine kabullenilmeli...
Celaleddin ve Şems, eşcinseldi. Yaşadıkları, eşcinsel bir aşktı...
Celaleddin ve Şems'in hikayesi, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Mem ve Zin gibi “heteroseksüel” benzerleri gibi, tarihe geçmiş, destanlaşmış bir aşk hikayesidir...
Bu, -bana göre- asla kötü, küçük düşürücü bir durum değil. Hikayenin zenginliğine, destansılığına halel getirecek bir "detay" değil.
Ne var ki, hem "aşk" diye işin ekmeğini yiyip, hem de insanların duygularına, hislerine, kişiliklerine saygı duymamak ve yüzlerce yıl sonra bile, üstlerini örtmeye kalkışmak ayıp...