ŞAŞIRACAK NE VAR?
Mahremiyet denilen bir kavramın hiçbir kıymeti harbiyesinin kalmadığı post modern dünyada bu tür haberler, hakikatte sıradan ve günlük ma
gazin haberlerinden farklı bir değere sahip değil.
Zira dindar görünümlü Gülen grubunun bile hiçbir sınıfsal ve ahlakî ayırım yapmaksızın devlet de dâhil tüm mahremleri dinleyip kaydettiği bir zamanda, Almanya’nın ya da başka bir ülkenin Türkiye’yi dinlemesinde neden anormal olsun ki?
Doğrusu dinlememiş olması, ya da dinlenmiyor olduğunu düşünmek açıkça safdillilik olurdu.
Başta Amerika olmak üzere, imkânı olan tüm ülkelerin birbirini dinlediği inkârı kabil olmayan bir gerçek! Wikileaks belgeleri ve Der Spiegel’in haberi bunun en büyük delili. Zaten geçtiğimiz aylarda ABD’nin, aralarında Almanya ve Türkiye’nin de yer aldığı pek çok ülkeyi dinlediği öğrenilmemiş miydi?
Kendi vatandaşınız hatta kendi memurunuz, ülkenizin mahremlerini diyabetli birinin emri ile dinleyebiliyor ise, başka ülkeler de bal gibi dinler. Başkaları her adımımızı takip edip, her cümlemizi kaydederken, eğer biz de başka ülkeleri dinlemiyor isek en büyük “ayıbı” yapmış oluruz.
Şimdi birileri ‘efendim dinlemeyi meşru mu görüyorsun’ diye sorabilir. Elbette görüyor değiliz. Bakmayın siz, siyaset veya nezaket gereği liderlerin birbirlerine ‘dostum’ veya siyasetçilerin ‘dost veya müttefik ülke’ demelerine. Devlet dediğiniz mekanizmanın dostları olmaz, çoğu kez müttefikleri bile. Gücün ahlaksızlığının egemen olduğu dünyada, diplomasi dediğiniz şey bir ölçüde ‘yüzünüzü kızartmadan yalan söyleyebilmek’tir. Acı ama böyle!
ALMANYA KİM Kİ?
‘Büyük Almanya’ denilen modern ulusun kökeni iki asrı bile geçmez. Günümüz Almancası ise Hanover Krallığı’nın lîsanı olup, kurulan devlette bu lîsanın konuşulması zorunlu kılındığı için hâkim hâle gelmiştir. Bugün herhangi bir Alman vatandaşı, Bavyera eyaletinde konuşulan lîsanı bile hâlâ kolay anlayamaz.
Alman ulusu denilen şey, Fransa’nın ulusal politikalarına karşı ortaya çıkarılmış bir ulusçuluktur. Alman ırkçılığının ortaya çıkmasının nedeni ise vatandaşlık kavramı üzerine geliştirilen Batı Avrupa yaklaşımına karşı Almanların etnik kökene dayalı bir öğretiye yönelmeleri…
Bir bölümü halen şekil değiştirerek devam eden ancak yakın tarihe kadar İngiltere’den İspanya’ya, Hollanda’dan Belçika’ya, Fransa’dan Portekiz’e kadar hemen hepsi sömürgecilikle zengin olurken, o dönemlerde Almanya diye güçlü bir devletin olmayışı sömürgeci olmasını engellemiştir.
Şimdi dünyanın 3. büyük ekonomisi olan ‘Almanya’da kimdir’ falan demiyoruz elbet. Aksine dünya siyasetindeki başat bir role sahip olmadığından söz ediyoruz.
BESLEDİK KARGAYI…
İngiliz ve Rus baskılarından bunalan Osmanlı’nın ilişki kurduğu Almanlar, Osmanlı coğrafyasında güç kazanır. Bu ilişki Osmanlı’nın ömrünü kısaltmıştır. Yahudi bankerlerin kuklası durumundaki siyaset bilmez Almanya’nın vahşet ve parçalanmasına yol açmıştr.
TÜM BARONLAR ALMAN AMA…
Rothschild, Rockefeller ve August von Finck gibi güçlü tefeci baronların hepsi Alman kökenli Yahudi. Ama hiçbiri Almanya’da yaşamayı tercih etmiyor.
Rothschildler İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya ve Amerika gibi ülkeleri tercih ederken, Rockefeller Amerika’yı mesken edinmiş. Finckler ise İsviçre’de ikamet ediyor.
Unutulmamalı ki, Çanakkale cephesi komutanı Almanya Generali Otto Liman von Sanders bile Polonya doğumlu bir Yahudi idi. Hatta yerli ve yabancı yardımcıları bile… Yani kurda teslim edilen kuzu…
Peki, Yahudi baronlar neden Almanya da ikamet etmiyorlar? Elbette dönemin Almanya’sı, hem siyasi, hem de ekonomik anlamda baronlar için yeterli gelecek vaat etmiyor ve de sömürge mantalitesi çok gelişkin değil...
‘Frankfurt Okulu’ ile Almanları ötekileştirdiler, elitistler arasındaki ahlaki düzeyi neredeyse dibe çektiler. Sonra kendi elleriyle ürettikleri ve hâlâ sırrını korumaya devam eden Hitler’in eliyle, Almanları tümüyle Yahudilerin kölesi hâline getirdiler. Bir nevi boynuna taktıkları tasma ile diledikleri yönde kullanıyorlar.
ALMAN İSTİHBARATI GÜÇLÜ MÜ?
Devletlerin çokça zikredilenin dışında pek çok istihbarat örgütü olur. Bu Amerika için onlarca örgüt demek iken, Türkiye’de bile sayı ondan fazla... Türkiye’de sürekli olarak, Alman istihbaratının güçlü ve etkin olduğu söylenir. Bu doğrudur da.
Zira Almanya tüm ilişkilerine rağmen, her açıdan en büyük rakip olarak Türkiye’yi görüyor. İçindeki Yahudiler ve Yahudileşmiş gibi gözüken sözde Almanlar, hep bu kini işliyorlar. Bunun içinde Türkiye'de güçlü bir istihbarat ağının olması muhtemeldir. Yahudilerin en etkin oldukları ülkeler arasında Amerika, İngiltere ve Fransa’nın yanı sıra Almanya’nın da sayılması zaruri.
Kaldı ki, Almanya medyasının hâkimi de Yahudiler. İsrail’in kurulduğu gün Türkiye’de yayınlanmaya başlayan Hürriyet’in bugün önemli ortakları Almanlar yahut Alman görünümlü Yahudiler... Kai Georg Diekmann ve Beatrice de C. Tonnerre, İstanbul Ticaret Odası’nın son kayıtlarına göre, Hürriyet Gazetecilik Anonim Şirketi’nin yönetim kurulu üyeleridir. Türkiye kamuoyuna hâkim olabilmek için, Türkiye medyasının amiral gemisinin iplerini ellerinde tutmakta ısrarlılar.
GÜLEN’LE MÜTTEFİKLER Mİ?
Almanya’nın Türkiye’yi dinlediğini yazan Der Spiegel, geçtiğimiz yıllarda Gülen hakkında çok sayıda haber ve makaleye yer vermiş hatta kapak bile yapmıştı.
Bu haberlerin her birinde Gülen için ilginç şeyler kaleme almış, Gülen’de sitesinde karşı cevaplar vermişti. Bu yayınlardan birinde (Mayıs 2012) Gülen Hareketi’nin ‘Scientology Tarikatı’na benzeyen gizli örgüt’ olduğunu iddia etmiş ve Gülen’in müritlerine “Mecbur kalındığında rol yapılmalı, Örümcek sabrıyla ağımızı gereceğiz, ta ki insanlar yakalansınlar. Fark ettirmeden sistemin damarlarına sokulmalısınız. Doğru an gelene kadar, bütün bir devlet gücünü elinize geçirene kadar beklemelisiniz. Eğer acele davranırsak, dünya kellemizi alır” dediğini yazmıştı.
Dergi haberinde, Hollandalı sosyolog Martin van Bruinessen’in “Gülen Cemaati ile gizli örgüt Opus Dei arasında paralellikler var” ve Harvardlı ekonomi siyasetiçisi Prof. Dani Rodrik’in “Cemaat boğazına kadar kirli işlere bulaşmış” dediklerini bile yazmıştı.
Bunun yanı sıra, Ocak 2014’de, Berlin’deki Alman Bilim ve Politika Vakfı SWP, Günter Seufert’e “Alman Gözüyle Gülen Hareketi” başlıklı bir rapor hazırlatmıştı. Derginin bu denli tehlikeli addettiği Hareket, bu raporda kuzu gibi gösterilmişti. Bugünlerde de, Türkiye ile Gülen Hareketi arasındaki mücadele nedeniyle “rakibimin/düşmanımın düşmanı dostumdur” düsturu gereği, Gülen Grubu’nun hamiliğine soyundular.
DER SPIEGEL, KLASİK BİR ERDOĞAN VE TÜRKİYE DÜŞMANI
Der Spiegel’in gerçek anlamda Türkiye ve Erdoğan düşmanı! Bu konularda yaptığı haberlerde hiçbir ahlakî sınırı da yok!
17 Aralık sürecince “Erdoğan istifa etmemek için direniyor" demiş, Soma faciasında “Cehenneme kadar yolun var Erdoğan” başlığını tercih etmişti. "Türk ordusu kendi halkını bombalıyor" diyecek kadar ahlaksızlaşan dergi, Gezi Parkı eylemleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde, Türkçe ek çıkarıp Türkiye’de ücretsiz dağıttı.
Bir ara Kur’an-ı Kerim için “dünyanın en güçlü kitabı” başlığını tercih eden dergi, her fırsatta İslam’ı aşağılayan yazı ve karikatürler yayınlayarak, Müslümanları kışkırtmaktan bir türlü geri durmuyor.
DER SPIEGEL BU HABERİ NEDEN YAPTI?
Bu haber ilk bakışta Türkiye’nin lehine gibi gözüküyor. Amaç, Almanya ile Türkiye arasında zaten sorunlu ilişkileri zora sokmak ya da gündem değiştirmek olabilir.
Bu haberin bizatihi BND tarafından servis edilmesi ve Türkiye düşmanı etkin bir dergiye yayınlatılması oldukça manidar! Zira Alman ve Rusların Ukrayna üzerinden giriştikleri harpte, Türkiye’nin mevzi kazanması, enerji koridorundaki artan önemi ve ekonomik olarak daha da büyümesi Almanları çılgına çevirmiş olmalı.
Bunun bir neticesi olarak da, bize “tüm hedeflerinizi, sırlarınızı, ne yapmak istediğinizi biliyoruz, ayağınızı denk alın” mesajını veriyor olmaları ihtimal dâhilinde...
İmkânı olan bir ülkenin, tarihteki rolünü yeniden üstlenmek isteyen Türkiye’yi dinlemeyip de, Angola’yı mı dinlemesini beklerdik?
Buradaki asıl mesele dinlenilme değil! Hainin kendi içimizde olup olmadığıdır. Biz bunu tam olarak biliyor muyuz acaba?