Allah’tan Tanrı’ya, Tanrı’dan Rabbe!
Cumhuriyet döneminin bu millete en büyük kültür hizmeti, Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde onun gayretleriyle Doğu ve Batı klasiklerinin Türkçeye çevrilmesidir. Muhafazakar kesimde çok eleştirilse de Hasan Ali Yücel, eğitim ve kültür
çalışmalarıyla bu ülkeye büyük hizmetler yapmıştır. Köy Enstitüleri de bu güzel hizmetlerden biridir.
Aynı zamanda dilde sadeleşme adına Türk diline farkında olunmadan zarar verilmiştir. Sadeleşme furyasının hakim olduğu ortamda çevirisi yapılan Dünya Klasikleri, bu sadeleşmeden yeterince nasibini almıştır. Ancak her şeye rağmen klasiklerin çevirisi tarihimizde en büyük kültürel devrimdir.
Muhafazakar tabandan biri olarak bu klasikleri okuduğumda ilk dikkatimi çeken Allah yerine kesinlikle Tanrı ifadesinin kullanılmasıydı. İlahiyat sonrası öğretmenliğimin ilk yıllarında az bulunan taşra okul kütüphanelerinde bulabildiğim Doğu Klasiklerini okumaya başladığımda buradaki Tanrı ifadeleri zihnimi çok tırmalamıştı. Batı klasikleri haydi neyse Doğu klasiklerinden İslami bir eserde Müslüman olarak Allah diye isimlendirdiğimiz Yaratıcının ısrarla Tanrı diye yazılması gerçekte biraz tezattı.
Cemaat ve cemaatler ortamında elbette ki Tanrı ismine tepki gösterilirdi. Tanrı’nın adı Allah’tı ve O’na adıyla hitap edilmeliydi. Ama aynı zamanda Esma’ül-Hüsna adıyla Yaratıcı’nın 99 ismi ezberlenmeye teşvik ediliyordu.
Hocaefendi’ye Tanrı isminin kullanılması sorulmuştu. Video kasetteki cevapta Tanrı’nın her dinden insanın inandığı Allah adı olarak kullanıldığı, bizim inandığımız Yaratıcı’nın adının Allah olduğu ve bunu kullanmamız gerektiği babında açıklama yapılıyordu. Buradan Allah anlamında Tanrı dememin fazla bir sakıncası olmadığı yorumunu çıkarmamış değildim.
Öğrenciliğimin bir yaz tatilinde, annemin teyzesi konumunda benim nine dediğim komşumuz akrabamız yaşadığı dönemin sözlü kültür mirasını canlı olarak hafızasında tutun nadir yaşlılardan Hürü Nine’nin genç kızlardan birine kızgınlığında “Tangırı canını almaya” ifadesi aniden dikkatimi çekmişti. Çocukluk günlerimi hatırladığımda aynı ifadeyi bu kadından ve kendi baba annemden defalarca duyduğumu hatırladım. Elbetteki İslam öncesi Türkler, Allah’a ‘tengri’ adını veriyorlardı. Tengri yüzyıllar sonra Çukurova yöre halkının ifadesiyle ‘tangırı’ halini almıştı. Hürü Ninem, “tangırı canını almaya”nın anlamını bilmiyordu ama birinin densizlik yapması durumunda söylene gelen bir kalıplaşmış ifade olarak kullanıyordu.
Sonra konuşmalarımda ve yazılarımda pek azda olsa Allah yerine Tanrı ifadesini kullandım. Zira kitaplarda Allah’ı hep Tanrı diye okuyordum. Bu kadar okuma sonrası o ifadeyi kullanmak elbette doğaldı. Ama tutucu dindar yönüm buna kesinlikle cevaz vermedi.
Biraz araştırınca, Orta Asya Öztürkçe mirasımız Tanrı’nın, gerek yazılı gerekse sözlü edebiyatımız ile Anadolu halk dilinde yerine göre kullanıldığını fark edersiniz. Mesela Süleyman Çelebi Peygamber Efendimizi anlatan mevlidinde 27 kez Tanrı ifadesini kullanır. Keza Osmanlı dönemi birçok eserde Tanrı kelimesinin kullanımına rastlarız. Halkın ve özellikle muhafazakar kesimin Tanrı kelimesine karşıtlıkları, Türkçe ezan sonrası ortaya çıkmıştır. Bu halk on beş yıl okutulsa da kesinlikle Türkçe ezanı kabullenmemiştir. Bu kabullenmeme, burada Allah yerine kullanılan Tanrı kelimesine tepkiyi de beraberinde getirmiştir.
İmdi buradan Elif Şafak’ın son romanı ‘İskender’e sözü getiriyorum. Elif Şafak, cumhuriyet döneminden bu yana Türk elitlerin Allah yerine Tanrı ifadelerini kullanma fenomenini aşmış; daha da ötesine giderek Hıristiyan vari Tanrı’ya isim vermeye başlamış. Biz Tanrı’ya artık alıştık. Allah demezse Tanrı desin bu kabul. Ama sayın Şafak, dindar kesimden de olsa hiçbir elitimizin yapmadığı yeni bir kullanım getiriyor son romanında: Rab!.
Rab, Tanrı’dan farklı olarak Kuran-ı Kerim ve Hadislerde kullanılır. Ancak, Allah ismi yerine tekil olarak kesinlikle kullanılmaz. Kişiselleştirilerek kullanılır. Yani, Rabbim, Rabbin, Rabbimiz, Rabbiniz, Ey Rabbim, Ey Rabbimiz gibi. Ne Kuran’da ne Hadislerde salt Rab ifadesini göremezsiniz. Bu İncil’e has bir ifadedir. İncilin Türkçe çevirilerinde Tanrı yerine Rab ifadesi kullanılmıştır. Hatta İncil çevirilerinin en karakteristik özelliğidir Rab ifadesi.
İncil’deki bu kullanımın benzeri olarak İskender romanında şöyle kullanıyor Elif Şakaf Rab ifadesini: “sen konuşacaksın, Rab dinleyecek.”, “…ona bir oğul ve muhakkak bir oğul vermesi gerektiğini kendince anlatmış Rabbe.”, “Yaşamın tek kaynağı ve koruyucusu olan Rabbe, O’nunla rekabete kalkışmadığını anlatmak zorundaydı.”, “Böyle konuşarak günaha girdiğini bile bile Rabden bir alacağı olduğunu söylüyordu.”, “Rab bizi farklı yollara gönderdiyse mutlaka bir sebebi vardır.”, “Rab ateşi suya, yanan korları solungaçlara dönüştürmüş.”.
Türk-İslam geleneğinin gerek yazılı gerekse sözlü geleneğinde kesinlikle kullanılmayan Hıristiyanlık meyli ve İncil’e özentiyi çağrıştıracak şekilde Rab ifadesini kullanıyor Elif Şafak. Bu kullanım laik modern Cumhuriyet tarihinde de bir ilk.
Şayet inanıyorsak inandığımız Yaratıcıyı, Allah, Tanrı, Rab veya herhangi bir isimle ifade edebiliriz. Ne var ki bunda? diye düşünenlere kültürleri hatta dinleri birbirinden ayıran çok küçük nüanslar olduğunu hatırlatırız. Surlarda açılan küçük çatlaklar ve delikler nice aşılmaz kalelerin fethedilmesini sonuç vermiştir.
Dini, manevi ve bunlarla şekillenen kültürel değerlerimizin nüans farkıyla korunması gerektiğini hiç hatırdan çıkarmayalım.