Akustik Salonunda Akortsuz Çalgılarla Konçerto Verilemez
Akustik Salonunda Akortsuz Çalgılarla Konçerto Verilemez ve Uğur Mumcu Üzerine
Uğur Mumcu ta 1980’lerin ortalarında (Avrupa’da Suudi finansmanıyla faaliyet gösteren RABITA’yı gazeteci rahmetli Örsan Öymen’le birlikte incelemişti.) ve 1990’larda tarikat ve cemaatlerin sermaye ile tanıştıktan sonra sufi (mutasavvıf) özelliklerini yitirerek, ticaret ve siyasette egemen olmaya başladıklarını yazmış ve dile getirmişti. Şeyh (veya şıh)-mürid ilişkileri hiyerarşisinde, demokrasinin yapı taşı, atomu, olmazsa olmazı olan vatandaş (özgür irade) olgusunun bundan zarar göreceğini savlıyordu. Bu görüşünü Tarikat-Siyaset-Ticaret şeklinde formüle etmişti. En azından bugünkü iktidarın söylemlerinden hareketle haklı çıktığını söylemek pek de yanlış olmaz.
Şablonlarla düşünüp, sloganlarla yönetilip, dogmalarla yaşayan toplumlar bilgeleri (filozofları), sanatçıları, edebiyatçıları kolayına hazmedemiyorlar. Toplumların aynaları, yol göstericileri olan bu “aykırı” insanları ayıklamak, ne yazık ki toplumları ileri götürmüyor.
Görüntüyü kurtarmak için topluma sunulan sanal, sentetik ve ruhsuz devşirme modernite yaşamlar ise topluma esenlik, huzur ve sosyal barış getiremiyor. Tarikat ve cemaatlere de getirmediğini, kendi adıma pek de şaşırmayarak, hep beraber izliyoruz.
İslami referanslarla, daha adil, daha barışçıl, daha seküler ve özgür bir toplum olacağımız iddiasında olan yazar ve kanaat önderlerini 1990 lı yıllardan beri izlerim. Siyasilerin dışında benim ilk dikkatimi çeken Abdurrahman Dilipak ve Yaşar Nuri Öztürk daha sonra da Ali Bulaç olmuştu. Son yıllarda İhsan Eliaçık’ı takip ediyorum.
Fetullah Gülen Cemaati zaten yaşantımızın içindeydi; sempatizan arkadaşlarımızla, dershanelerine gönderdiğimiz çocuğumuzla (bende kızımı onun dershanesine göndermiştim), cemaate yakın durup işletmesini büyüten hemşerilerimiz, mükelleflerimizle… Özellikle son haftalarda F. Gülen Hocayı cemaatin kanallarında takip ettiğim kadarıyla söylemlerinde dikkate alınacak birçok doğrular görmek mümkün. Bu şahısların aynı kaynaklardan (ayet ve sünnet) referans aldıkları söylemleri, eylem ve hayatın pratiğinde, daha doğrusu sosyal ve siyasal yaşamın ceteris paribusleri devreye girince sufi söylem ve yaklaşımlardan ister istemez, toplumda, “afyon” etkisine dönüşüp oportünistlerin, takiyecilerin amaçlarına araç olabiliyor.
Hal böyle olunca, ekonomik gücü eline geçirenler siyasal güce de nüfuz etmek istiyor veya siyasal gücü de ele geçirmenin yollarını arıyor. Siyasal gibi görünen çatışmaların ise bir süre sonra ekonomik ve toplumsal yaşama sıçraması kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla devletin zirvesinin “yeniden yapılandırılması” gibi görünen tasarruflar sadece bürokratlarla, memurlarla sınırlı kalmayacaktır ister istemez. Bu bürokrat ve memurların yakın (eş, çocuk) ve uzak çevreleri (arkadaş ve ticari), aidiyet duygusuyla bağlı bulundukları topluluklar, bu toplulukların ekonomik ve sosyal kazanım ve yatırımları da “saltanat mücadelesinden” etkilenecektir.
“Cemaat” salt bir siyasal yapılanma, salt bürokratik bir oligarşik yapılanma olsa “kanun” gücü ile tasfiyesi nispeten daha sancısız olabilirdi çatışma… Ama “cemaat” 40 yılı aşan bir serüveni içinde artık, sufiliğin ötesinde, ekonomik ve sosyal bir yapıdır da aynı zamanda… Ve iktidar (AKP) bu süreci “yönetebilmek için” başkaca ittifaklara ihtiyaç duyacaktır. “Yeniden yargılama” söylem ve arayışları bu ittifak arayışlarının yönü hakkında ipuçları vermektedir.
Eylem adamı olmak kolaydır, hedef monolitiktir. Zor olan devlet adamı olabilmektir; ekonomi gibi siyasetinde bir dolu ceteris paribüsleri vardır, bunları yönetebilmek için ittifaklar zorunludur.
Sonuç itibariyle, salonun akustiği ne kadar mükemmel olursa olsun çalgılar akortsuz ise keyifli bir konser dinlemek mümkün olmaz, koruyu ve konseri yönetmek ise hiç keyif vermez….
24.01.2014
Asım SES