AKP’ye Demokratik Muhalefet
Erdoğan önderliğindeki AKP’nin "başarılı" bir iktidar mücadelesi verdiğini kabul etmek gerekir.
Askeri vesayetten, otuz yıldır devam eden savaştan, on yıllardır çift haneli rakamların sonunda devam eden enflasyondan duyulan bıkkınlık ve öfkeyi, başörtüsü ya da yaşam tarzları nedeniyle aşağılanan kitlelerin hoşnutsuzluğunu oya dönüştürmeyi başardı.
Hükümet olduktan sonra Cemaatle kurduğu -var olan demek daha doğru- ittifak sayesinde darbecilere, Ergenekon'a karşı başlattığı davalarla onların güçlerini -geçici de olsa- kırdı. Sadece AKP iktidarının değil, milyonlarca emekçinin, Kürt halkının da düşmanı olan bu örgütlenmelere karşı halkın önemli bir bölümünü yanına çekti.
Muhalefet adı ile ortalıkta dolaşan partilerin darbecilerle kucak kucağa sürdürdükleri ilişkiler işini daha da kolaylaştırdı, gerçek bir demokratik muhalefetin ortaya çıkmasını engelledi. O da bunu çok iyi kullandı. Gücünü pekiştirip devlete daha fazla egemen olmaya başladıkça, "eski düşmanlarının" bir kısmı ile uzlaşarak, içeride olanları serbest bırakarak, kendisi için tehlikeli olanlara yöneldi. Ergenekoncular, katiller aramızda dolaşmaya başlarken, iktidar kavgası Cemaatle, demokrasi kavgası -esas olarak- Kürtlerle devam ediyor. Demokrasi mücadelesinin dönüp dolaşıp Kürt Sorunu'nda düğümleneceği ortadaydı. Hatta, AKP'nin ve bu coğrafyanın geleceği de bu konunun nasıl "çözüleceğinde" gizliydi. Suriye Kürtlerinin Rojeva da yarattığı statüden sonra, Erdoğan ve AKP'nin kafasındaki "çözüm" modeli de herkes tarafından daha net görülmeye başladı. Kobane'nin kuşatılmasının ardından iyice belirginleşti. "Kobane düştü düşüyor... PKK'da terör örgütüdür" dediği gün, bu çözüm modelinin "yüz yıllık devlet refleksinden ibaret olduğu" ayan beyan ortaya çıktı.
Haftalarca Kobane'nin düşeceği günü beklediler. Direniş boyutlanıp bizim coğrafyamıza da yayılana kadar seyrettiler. Saldırganları desteklediklerine dair haber ve görüntüler ortaya döküldü. Direniş boyutlandıkça dünya kamuoyu da harekete geçmek zorunda kaldı. Eğer Şengal'de on binlerce Ezidi PKK gerillaları tarafından kurtarılmasa, PKK güçlerinin yardımı olmasa ve Kobane birkaç haftada düşseydi, ne dünya kamuoyu ve devletlerin silahlı güçleri yardıma gelecek, ne de Peşmergeler yerinden kıpırdayacaktı.
Son birkaç gündür, gündemimizi "Cemaatin basın ayağı" olduğu iddia edilen alanda, baskın ve gözaltılar belirlemeye başladı. Bu iktidarın, yargı ve polis gücünü kitlelerin demokratik hak ve özgürlükleri için kullanmadığını yaşayarak geldik bu günlere.
Gezi direnişi bir uyarı mesajı gibi algılanabilir, milyonlarca gencin taleplerine daha baştan kulak verilebilirdi. Ama büyük bir hoyratlık ve kibirle "ezmeyi" tercih ettiler. On binlerce silahsız Kürt KCK operasyonları ile ve Cemaatle kol kola içeri doldurulurken yine "ezme" mantığı egemendi. Bugün cemaatçilerin hiç de temiz olmayan sicillerine bakıp sessiz kalmamak, basın özgürlüğüne yapılan bu tür saldırıların elbette karşısında durmak gerekiyor. Ama aynı zamanda, cemaatçilerin "demokrasi havarileri" olmadığını, iktidarın "demokrasi mücadelesi" vermediğini bileceğiz. (Yolsuzluk iddialarına girmiyorum) uzun lafın kısası, hükümet içindeki iktidar savaş'ı elbette bizim ilgimiz dışındaki gelişmeler değil. Ama tüm bu "patırtı" bir süre sonra yeni bir uzlaşmaya pekala dönüşebilir, Darbecilerle bile anlaşabilenler "din kardeşleriyle" neden ve yeniden anlaşmasınlar? Oysa bizim gündemimiz barış ve demokrasi.
Bunu güçlendirmek akılcı ve tutarlı bir demokrasi mücadelesi vermekle mümkün. Kürtlerin yanında durmakla, gezi gençliğini, ekolojik yıkım ve talana direnenleri, barış mücadelesine çekebilmekle mümkün. Erdoğan'ın "tuhaf" bir şekilde ortaya attığı Osmanlıca konusunda, "sanki dillerin ve kültürlerin bir birine karşı üstünlüğü varmış, Arapça, Osmanlıca aşağı dilermiş gibi" şoven bir bakış açısından bu tartışmaya katılarak değil.