Aklın Girdabından Hayalin Derinliğine
“İnsan bu evrende hayal ettiği müddetçe yaşar.” der Yahya KEMAL. Bir şair duyuşunu hissetmek. Geniş bir yelpazede insanı saran ve titreten büyük bir coşkudur. Hayale duyulan bu isteklenme, onu mekânın ve zamanın çerçevesinden çıkarıp sonsuz bir ufka salmaktır. Küçük bir ayrıntıya takılmalı aklımız, bir şairin kaleminden sızlıyor bu dize. Yoksa yaşar mıydı bir hayal, insan var olduğu müddetçe bu evrende.
İnsanoğlu, bin yıllardır yeryüzünün hâkimiyetini sağlamak için olanca gücüyle ve büyük bir iştahla hayata dört elle sarılmış, bu büyük idealine ulaşmak için aklını seferberliğe çıkarmıştır. İşe kendinden başlamıştır. İlkin var olma, hayatta kalma mücadelesi vermiştir. Bunu içgüdüsel olarak yapmıştır; çünkü henüz aklını işlemeye başlamamıştır. Temel ihtiyaçlarını gidererek kendini korumaya almıştır. Sonra ansızın kendisine sunulan “akıl”la tanışmıştır ve akıl, ona kendisini kullanma şansı vermiştir. Tabiatı ve onun gizemini fark etmiş, devamında kendi varlığını da fark ederek ilk sorgulamayı yapmıştır. Böylece aklını kullanma sanatını basit bir denklemle çözmüştür.
Hayatta kalmak. İyi bir niyetle bakılırsa en doğal arzudur bu; aksine bir çözümlemenin devamında, doğayla savaşmaya ve (içindeki galibiyet hissi yavaş yavaş canlanır) ona karşı bir üstünlük sağlamaya çabalayacaktır. Bu andan itibaren yegâne bir amacı olacaktır: hükmetmek. İşte bu durum, insanlığın hem kurtuluşunu hem de iflasını getirecektir. Hayatta kalmak isteyen o “masum insan” , önce savaşmaya, sonra tabiata hükmetmeye ve devamında kendi soyuna hükmetmeye çalışacaktır. İşte en büyük sorunu burada başlar: her şeye hükmetmeye çalışan insan, kedi kendine söz geçiremez ve kendine karşı “hükümsüz” kalır. Canı sıkılır kafası karışır büyük bir endişe duyar, mutsuzluğa yol alır yüce insan! Yüce ideali suya düşmüştür.
Anlar ki akıl, tek başına yetmez onu gülümsetmeye; mutsuzlukla tanışan insan, büyük bir şeyi keşfeder: kocaman bir yürek. Onu sevgiye ve oradan mutluluğa götüren sonsuz bir ruhtur bu keşfettiği. Gözyaşlarını tutamaz, kendiyle hesaplaşmaya başlar çaresiz insan! Hala kocaman nefesler soluyan insan. Gökyüzünün engin maviliğinde gezdirir gözlerini; o an hiç fark etmediği martılara takılır gözleri, insan olmaktan vazgeçip onlar gibi en yükseklere uçmaya heveslenir. Kendinden geçmiştir artık; işte o an, tanıştığı en güzel şey “hayal” olur. Bir martı kanadına takılır, hayallerinin özgür dünyasında yaşar insan.
Aklın uçurumlarından kalbin duygulu sesine sığınan insan, her zaman gelgitler yaşamıştır. Ve yeryüzünü cennete dönüştüren güzel düşler, kimi zaman yerin kötülük tohumlarının ekildiği şeytani bir saplantıya bırakmıştır. Oysa yeryüzü cennetini yaratan da onu cehenneme dönüştüren de onun kendi aklı değimlidir. Kendi arzusu ve bitmez tükenmez hırsı değimlidir? (ya da o insan, masum mudur?) öyleyse işe kendinden başlamalı insan. İlk yaptığı o saf davranışla: “kendine dönmeli!” belki o zaman içindeki o cevheri, keşfettiği pırıl pırıl hayalleri, iyilikten gelen bir sevgiyle süsleyip kendi soyuna armağan eder. İnsanın kendine karşı en büyük iyiliği bu olacaktır. Hangi çağda yaşarsa yaşasın, hangi amaca hizmet ederse etsin, yastığa başını koyup hayaller dünyasına daldığında; bir gün göçüp gideceğini ve göçmeden evvel bu hayata bırakacağı değerin, onu insan kılan tek değer olduğunu; onu yaşatacak tek değerin de yarınlara, kendi soyuna bırakacağı adil ve sevgi dolu bir dünya olacağını aklına koymalıdır.
gerçekten güzel bir yazı tebrik ederim ...aklın girdabından hayalin derinliğinde güzel bir başlık ilgi çekici gerçekten muhteşem ...
Ağustos 11th, 2010 at 14:38