Akkuş’ta Çocuk Olmak
Akkuş ve büyükler…Çocuklara benziyor mu dersiniz?
Dünyanın neresinde olursanız olun sadece çocukların değişmediğini göreceksiniz. Onların ülkesisamimiyet üzerine kurulmuştur.
Biz çocuklarımızı büyütürken ona kötülükleri ve riyayı da öğretiriz.
Siz hiç başkasını kandıran çocuk gördünüz mü?
Büyükler tarafından bir başkasını kandırması tembih edilmemişse göremezsiniz.
Kısaca çocuk fıtraten her yerde aynıdır.
Dili, rengi, iklimi, coğrafyası ne olursa olsun; ‘oyun’, çocukların vazgeçemedikleri şeylerden biridir...
Bir akşamüzeri elimde fotoğraf makinesiyle Akkuş YİBO lojmanlarından çıkıyorum. Yol boyu hem fotoğraf çekiyor hem de not alıyorum. Tek tük görünen evlerin önünden geçiyorum. Evlerin önünde hayvanların kışın beslenmesi için kurutulmuş ot yığınları yerlerini almış. Hayvan doyacak ve insan da…
Hoş insanın karnı kolay doyuyor ama olsun…
Yine böyle evlerden biri. Geniş bir avlusu var. Ve öbek öbek ot yığınları… Yarım küre biçiminde tümsekler halinde duruyorlar. Zamanı gelince hayvanlar doyacak. Ardından insan… Ve aynı yaş seviyesinde birkaç çocuk otlar arasından hızla koşuyor. Belli ki oyun oynuyorlar. Koşanlar gelip bir ot yığınını ardına saklanıyorlar. Uzaktan onları seyrediyorum. Akkuş’un yakıcı sıcağına rağmen dışardalar ve neşeyle oynuyorlar. Ben yoldan seyre dalıyorum. Bu arada onlara hissettirmeden fotoğraflar çekiyorum. Haberleri olursa büyüsü bozulmasın diye.
Aradan epey zaman geçiyor. Neşeli bağrışmaları, bir birlerine kural hatırlatmaları, el kol hareketleri ile izaha çalıştıkları bazı şeyler oyunun bir parçası belli ki. Birden beni fark ediyorlar. Hepsi birden ayağa kalkıp popüler kültürün dayatmasıyla poz veriyorlar. Önce sabit durup sonra el sallıyorlar. Ben kısa bir süre onlara bakıyor ve yola devam ediyorum.
Konuşmadığımız halde çok şey anlatıyorlar. Gülümsemeleri ile yayılan sıcaklık güneşinki gibi yakıcı değil. Yüzlerinin aydınlığı güneşin ışığından çok farklı. Beni alıp başka dünyalara götürüyor. Bir ara dalıp çocukluğuma gidiyorum. Sonra da Akkuş’a doğru…
Çok geçmeden arkamdan bağırıyorlar: “ What is this.” Yabancı olduğu halde hiç yabancı olmayan bu ifadeler oynayan çocuklardan geliyor. Madem yoldan fotoğraf çeken biri geçiyor öyle ise turist olmalıdır. Bizimkiler de yabancı dil bildiklerini izaha çalışıyor.
Ardından aynı cümle tekrarlanıyor: “What is this!”
Ben hiç duymamış gibi yoluma devam ediyorum. Onlar da oyunlarına. Ne Suriye’deki iç kargaşa, ne dünyanın neresinde olduğunu bilmedikleri zulümler, ne olimpiyatlar, ne enflasyon ne de atamalar onları ilgilendirmiyor. Ev ödevleri yok yapılacak. Yazılı kaygısı uzak şimdilik onlardan. Ne de yatılı bir okulun kahrını çekecek değil kısa bir süre sonra. Otlar arasında koşup duruyorlar gönüllerince. Yüzlerinde kızıllık ile. Öyle birkaç saat durup akan makyajlardan değil. Güzellikleri kendiliğinden. Hiç akmıyor. Ellerinde bulunan siyahlıklar topraktan. Suni değil yani. Oyunlarındaki kuralları kendileri koymuşlar. Hakemler de kendileri. Fondöten olarak toprak kâfi. Zaten aynı hamurdanlar. Hayatlarında olumsuzluklar yok yani. Hasta olan babaanne iyileşecek, babasının demesine göre. Kardeşi de iyileşince katılacak aralarına. Anne elindeki malzeme ile en lezzetli yiyecekleri yapacak. Lezzetleri sevgilerinden gelen… Baba işsizliğin verdiği düşünceyi yorgunlukla açıklayacak onlara. Onlar bütün bunlardan uzak gönüllerince koşup eğlenecekler bahçelerde. Artı 35 derece ile eksi yirmi derce arasındaki iklim içinde...
Kısaca Akkuş’ta çocuk olmak, dünyada çocuk olmak aynı şey. Ama çocukken… Büyüdüklerinde aynı olmuyor maalesef. Akkuş’ta büyük olmakla, başka yerde büyük olmak çook değişiyor. Nedense çocukken aynı olan bu insanlar büyükken aynı olmuyorlar, olamıyorlar…
Akkuş ve çocuklar;
Ne işsizlik, ne çaresizlik, ne fiyat artışı, ne geri kalmışlık, ne yüksek okul, ne geçim derdi, ne hastalık ne … ne, ne, ne.. bilmiyorlar. Çünkü çocuklar böyle şeyleri bilmezler…
Akkuş ve büyükler…
Çocuklara benziyor mu dersiniz?
Zeki ORDU