Akıl Ve Bilim Karşı Cehalet
Memleketin böylesine siyasal bir tıkanmanın ortasında Anayasa değişimi ve adına Başkanlık denilen rejime sürüklenmesi zor yılların yaşanacağının habercisi bana göre. Parlamenter sistemden otoriter bir rejim anlayışına dönme inadının içinde ben cumhuriyetin yok edilmesinin yattığını düşünüyorum. Bundan 68 yıl önce 1948 yılında, altına Türkiye'nin de imza koyduğu İnsan hakları evrensel beyannamesinin kutlama yılı, bu her yıl olduğu gibi yaşanan bir süreç. İnsan hak ve özgürlüklerinin daha evrensel, daha insanca bir yaşam, özgürlük, hak ve hukuk eşitliğin yaşanmasının yazıldığı yıl. Peki benim ülkemde yaşanası bir özgürlük var mı?. Bundan sonrasında olacak mı? işte bunu söylemek mümkün değil. Fransa da tüm sistemi elinde tutan 14'luis ''Kanun benim, her şeyin başı benim, ben ne dersem ona uymak zorundasınız'' dediği zaman Fransa da tüm hayat tükenmişti.
Fransa ki tüm dünyaya sekülerizm laikliği hediye eden bir ülke, ama 14'Luis kanunlarına teslim olması da kara bir dönem olarak asla silinmeden kalmıştır. Türkiye Parlamenter sistemin dışında kaldığı an, tüm insan hak ve özgürlükleri, demokrasi, Fransa da 14'luis dönemindeki yaşananların bir benzerine dönüşecek belki de. Düşüncesini toplumla paylaşmak adına yazar, sanatçı, gazeteci, bilim adamı, bugün düşüncelerinden dolayı tutsak sa, ve gerçekleri toplumun aydınlanması noktasında konuşamıyorsa yok edilmiş bir demokrasinin tekrar yaşaması mümkün olamayacak. Otoriter bir anlayışın ülkenin Batı çağdaşlığından uzaklaşmasını, ve bunun getireceği sonuçları düşünmek istemiyorum. En önemlisi yargı bağımsızlığının bile tartışılır hale geldiği noktada halkın gerçeklerden habersiz olması, vahim sonuçların yaşanması olacaktır.
Bugün kendi yargı kararını kendisi veren bir toplum olmak korkunç sonuçlar doğuracaktır, toplum arasında korku sendromu yaşanması asıl tehlike değil mi?. Düşünce insanca bir yaşam özgürlükler yara alır yada hapsedilirse korkunun adını koymak zor olmayacak. Bir ülkede insanın yaşamsal korkular içinde olmasının adını koyamazsınız. Ülkenin bu kadar siyasal tıkanmanın ortasında kaldığı bir anda, Başkanlık rejiminden bahsetmek akıl işi değildir. Türkiye kısa zaman öncesinde bir kalkışma darbe yaşadı, gerçekleşmiş olsaydı sonuçları yıllar boyunca unutulmayacaktı. Başkanlık adı verilen rejimle daha da karanlık bir dönemin başlayacağını söylemek korkutuyor beni. Tek seçenek cumhuriyete bağlı kalmak laik özde bir demokrasi çağdaş bir yaşam biçimi.
Başkanlık nedir? bunun toplumla bile paylaşılmadan karar altına alıp oylanması demek, tüm çağdaş değerlerin otoriter bir anlayışa teslim edilmesidir. Türkiye Parlamenter sistemden asla ayrılamaz, toplumun sesinin yansımadığı bir sistemin getireceği sonuç ise son Osmanlı dır. Parlamento halkın kendisini savunma hakkının, söz söyleme konuşma özgürlüğünün tek demokratik yeridir. Cehaletin hızla büyüdüğü körüklendiği bir ülkede, önce AKIL sonra insanlık ölür yok olur. İşte bunun adına da Başkanlık demek daha doğru olacak.
CEHALETİN GETİRDİĞİ TEHLİKE...
Okumayan ve araştırmayan sorgulamayan her yalana inanan bir toplum olmak, ve asıl korkunç olanı da DİN etkileşimin arasında bırakılıp yok olmaya karşı biat edip korkarak yaşamak. Bu noktada ''Cehalet ayrıcalıklı sınıfın elinde ustaca kullanıldığı bir silahtır'' Karl Marx böyle demiş. Böyle bir durumda ne anayasa nede Başkanlık konusunda sağlıklı bir sonuç alınacağını sanmıyorum. Sadece birilerinin siyasal gelecekleri adına yazılmış bir senaryonun hayata geçirilmesi bunun adı.
Cehalet sorgulamaz öğrenmez hep inanır okumaz görmez duymaz ilkeldir. Cehalet sosyal yaşamı sevmez beceremez istemez anlamaz sosyalleşemez.
Medeniyet kadın ve erkeğin birlikte yürümesidir, cehaletin korkusu daima kadındır. kadının aydınlanması öğrenmesini asla istemez. Abdullah Gül. Cumhuriyete inanmanın ve Ne Mutlu Türküm demenin ilkellik olduğunu söylemişti. Cehaletin asıl benimsediği ilkellik bu olmalı derim. Kitap ve okumaktan nefret eden korken bir toplum, kitabı elinde bir yük olarak görmesi kabul edilemez.
Oysa şimdi birilerinin ilkellik olarak tanımladığı cumhuriyete ne kadar muhtacız değil mi? Atatürk cumhuriyet akıl ve bilim çağdaşlık değerlerini miras olarak bırakmış. Biz şimdi bu mirası nasılda yok ediyoruz farkında mıyız. Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir demek yerine, hakimiyet milletindir diyoruz, oysa millet anlayışının DİN olduğunu, ve toplumu din saygınlığından öteye geçirip siyasete odaklanmasının içinde göstermesini biliyoruz. Kısacası Türkiye'nin bu tıkanmadan kurtulup, adına çağdaş demokrasi dediğimiz aydınlık dönemi yaşaması için cehaletin yok edilmesi gerek.
Okuyan yazan gören neyi nasıl seçeceğini bilen, ve kendisini yönetenleri yargılama hakkının olduğunu bilen bir toplum olarak bunu başarmak mümkün olacaktır. Ama uyuduğu uykudan uyanmasını bilmeyen, din afyonuyla narkoz lanmış beyinlerin uyuşukluğu kaybolmadıkça sağlıklı karar verecek bir toplum olmak mümkün değil. Aptal, cahil, cühela sürü bir halkın uykudan ne zaman uyanacağını artık düşünmek istemiyorum. Medeniyet akıl ve bilim Atatürk ve cumhuriyet bir ülkede saklanmaya çalışılıyorsa, bu asıl insan ömrüne yaşamına özgürlüklere yapılan darbenin adıdır. Başkanlık denen senaryoda, bu çağdaş değerlerin her birinin yaşaması mümkün olmayacaktır, bölünmüş bir neslin dayanma gücü kalmayacaktır gidecek neresi kalacak belli olmayacaktır. Toplumsal değerlerin yansımasını yazan bir anayasa değil, tüm çağdaş değerlerin cumhuriyetin yok edilişinin resmini göreceğimiz bir anayasa yapılmak isteniyor. O zaman otoriter bir anlayışın yaşamsal olarak topluma neler getireceğini düşünmek istemiyorum. Ülkenin böylesine tıkandığı bir dönemde inadına Başkanlık demek bana anlamsız geliyor. Batı'dan çoktan uzaklaşmış bir Türkiye, Orta doğunun kabile demokrasisine teslim edilmesi, ve bu bataklığın ortasına sürüklenmesinin tehlikelerini düşünmek bile istemiyorum.
KANDAN BESLENEN TERÖR...
Bir memlekette insanların korkudan yaşar hale gelmesi getirilmesi ve geleceğinden kaygı duyması önlenemiyorsa, bunun adına Terör demek daha doğru olacak. Yıllardır bir türlü önlenemeyen Terör, daima yanlış siyasetin politikaların bir ürünü değil mi? Hitlere yardımcısı ''asker göz göre göre ölüyor artık savaşın bir anlamı kalmadı'' dediğinde. Hitler '' Bu, onların tercihi. Bizi onlar seçti, elbette ölecekler!'' sözü aslında açıklanmayan bir gerçeğin altını çizmiyor mu? ve savaşla terörün bir birinden ne farkı var, her ikisinde de insanlar birilerinin farklı amaçları yüzünden ölmüyor mu? Vatan için ölmek şahit olmanın en anlamlısı bana göre, ama biz her sefer ölenlerin ardından rahmet diliyor yakınlarına baş sağlığı diyoruz, ama daha sonra yaşananlarda aynı söylemler devam ediyor acı tablo daha da artıyor.
Dünyanın bir çok ülkesinde terör var, ama benim ülkemde Türk düşmanlarına cesaret vermek yerine etkin siyasetin gereği yapılmalı. Batı dan kopmaya çalışan Türkiye, aksine yakışık olmayan söylemlerin açıklamaların yerine iş birliğinin önemine bakılmalı. Şimdi bırakalım başkanlık yada başka senaryoları, bu terör belasından nasıl kurtulabiliriz ve memleketin huzuru için ne yapılmalı bunları paylaşmak gerek. Ölen tüm insanlarımıza bende rahmet yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Bir daha memleket bu acıları yaşamaz. Türkiye karanlıklarla değil, aydınlıklar la laik cumhuriyetle Atatürk'ün miras olarak bıraktığı akıl ve bilimle yönetilmeye layıktır.
Prof.Dr.Levent Seçer