Akdeniz’in Küllenmeyen Cezayir Ateşi
Barbaros Hayrettin Paşa'nın "aralarında yemin edecek olsalar: Türk başı için! diye ederler. Türk'e bu derece hürmet gösterirler. Hemen Cenab-ı Rabbül alemin kıyamete kadar ol gazi Cezayir Ocağı’nın üzerinden padişah nazarini uzak düşürmeye, gazi askerler dahi hürmette, izzette ve nusrette olalar" diye dua ettiği, Osmanlı’nın Afrika’da kaybettiği ilk toprak Cezayir…
Osmanlı’nın hüküm sürdüğü zamanlarda buralarda bıraktığı birçok eser olmasına rağmen, bu eserler sömürge döneminde Fransızlar tarafından yok edilmiştir. Fransızlar kendi kültürlerini empoze etmek adına Osmanlı’ya karşı öyle bir kin beslemiştir ki Cezayir’e geldiklerinde ilk iş olarak Oruç Reis’in mezarını ortadan kaldırmışlardır.
Eski bir Fransız sömürgesi olan Cezayir, 130 yıl sömürge altında yaşamış, yaşarken de zaten Arap asimilasyonu sırasında İslam’ı kabul eder gibi görünen Berberilerden oluşur. Berberilerin bir kısmı Osmanlı döneminde Müslüman olmalarına rağmen, büyük çoğunluğu eski batıl inançlarına uymaya devam etmekle beraber; kan davası gütme, öç alma gibi duygular çok ilerlemiştir. Şiiliğe rağbet eden Cezayir halkı aslen dini itikada fazla kıymet vermeyen bir millettir. Cezayir’de yaşayan ehlisünnet müstesna,
İslam kültürü ve anlayışından pek nasiplenememiş olan Berberi Cezayir halkında halen devam ettirmekte oldukları batıl inançları ve Hıristiyanlığa temayülü olanlar vardır.
Geçtiğimin günlerde Fransa'da aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi lideri Jean-Marie Le Pen'in, bölgesel seçimler öncesi yürüttüğü kampanya için hazırladığı propaganda afişinde kullandığı sloganla, çarşaflı bir kadın ile Cezayir bayrağının renkleriyle boyanmış ve minarelerle kuşatılmış bir Fransa haritasını kullanması, ırkçılıkla mücadele derneklerinin ardından, Cezayir Hükümeti’nin de sert tepkisine yol açtı.(09.03.2010, haber7.com)
1942 yılında müttefik kuvvetleri Cezayir’e çıkarma yapmış, yine aynı yıl 300 bin Cezayirli savaştan sonra bağımsızlık sözü verilerek Fransız ordusu tarafından askere alınıp savaşa sokulmuştur. Bağımsızlık propagandası yapan Ferhat Abbas, Fransızlarla uzlaşma yanlısıydı ama savaş sonunda Fransızlar sözlerini tutmamışlardır. Bunun üzerine Ferhat Abbas ve Messali Hac grupları birleşerek “özgürlük ve manifesto dostları” adıyla, 500 bin üyeli büyük bir kitle örgütü kurdular. Fransa’nın bu ittifaka karşı verdiği tepki ise Mesalli Hac’ı çöle sürmek şeklinde oldu.
Bağımsızlık hayaliyle Fransa için savaşan Cezayirliler, 8 Mayıs 1945'de ikinci dünya savaşı bitip de evlerine geri döndüklerinde korkunç bir manzarayla karşılaşmış, binlerce Cezayirlinin Fransızlar tarafından katledildiğini görmüşlerdir. Cezayir'in Setif kentinde düzenlen ilk kez Cezayir bayraklarının açıldığı yürüyüş, Fransız ordusu tarafından bastırılmaya çalışılırken Cezayir bayrağını elinde tutan bir genç öldürülmüş, bunun akabinde çıkan çatışmalarda ise yüze yakın Fransız öldürülmüştü. Yıllarca kolonisi olan Cezayir’de bilerce insanın ölümüne sebep olan Fransa’nın, yüz askeri için Cezayir halkından alacağı intikam çok ağır olmuştur.
Fransız ordusu, düzenli birlikleri ve örgütlediği milisler aracılığıyla, bastırma operasyonlarına başlamış ve bunları kitlesel katliama dönüştürmüştür.
Bugün olmayan sözde Ermeni soykırımı meselesinde, dünyayı Türkiye aleyhine nasıl ayağa kaldırdığı ortadayken, birçok şehirde binlerce Cezayirliyi kireç fırınlarında yakıp, kamyonlarla nehirlere dökmüş olmaları sanki ileride olması muhtemel soykırım iddialarına karşı delil yok etmek gibidir.
Hatta öyle ki; Fransızlar Cezayir’de katlettikleri 50bin civarındaki Cezayirliyi unutmuş olacaklar ki, 2005 yılında "sömürgeciliği öven" bir yasa çıkarmışlardır. Cezayir soykırımı mevzusunda haklarında çıkan söylentilere karşı arsızca, geçmişi tarihçilere bırakmak gerektiğini, bu tür konuların siyasette yeri olmadığını söylemişlerdir.
Fransa’da okullardaki tarih derslerinde, "sömürgeler bu şekilde modern kültürü tanımış, eğitim, sağlık imkânlarını yakalamışlar." gibi ifadeler kullanarak sömürgecilikle aslında sömürge yapılan yerlere yarar sağlandığı öğretilmekte ve Cezayirlilere bir asırdan fazla süre zarfında yapılan eziyetler yeni nesil nezdinde meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.
Sömürgelerini kendinden bir parça belleyip sahiplenen Fransa, Cezayir’de de bağımsızlık isteyen birileri olduğunu fark ettiği an, yılanın başını küçükken ezmek gerek mantığıyla daha seslerini çıkarmaya fırsat kalmadan anında sindirmiş, gözünü kırpmadan bir anda yüzlerce insanı katletmiştir. Medeniyet mi diyorlardı buna?
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyet denilen kahpe, hakîkat, yüzsüz.
1955’te Vietnam’da yenilen Fransa’nın Cezayir’de herhangi bir yenilgiye tahammülü yoktu. Vietnam’daki serserilerden ve maceracılardan oluşan paralı askerlerini ve acımasız yöntemleriyle ün yapmış paraşütçü birliklerini, Cezayir’e taşıdılar. Fransız birlikleri, ne ulusal, ne de uluslar arası anlaşmalara uyuyor, kendilerini insan öldürmekten sorumsuz kılan bir statüyle katliamlara girişiyorlardı. Gözaltına alınanlara ve tutukevlerinde bulunanlara sistemli bir biçimde işkence uygulanıyor, direniş önderleri tutukevlerinde öldürülüyorlardı. Köylülerin özellikle verimli ovalardaki ürünleri ve köyleri yakılıyor ve her yaştan Cezayir köylüsü dağlık yörelere sürülüyordu. On binlerce insanın yarı aç yaşamaya mahkûm edildikleri toplama kampları oluşturuluyordu. 1960 başlarında bu kamplarda tutulan Cezayirlilerin sayısı 2 milyonu bulmuştu. 1957 sonlarında Fransızlar, Akdeniz’den büyük sahra’nın içlerine kadar, yüksek voltajlı elektrik verilmiş, dikenli tel hattı çektiler. 2 milyon km2’lik koskoca ülke ve 9 milyonluk yoksul bir halk, teknolojik olanaklarla ikiye bölünüyordu. Cezayir, 1962 yılında bağımsızlığına kavuştuğu zaman 1,5 milyon insanını kaybetmişti. Bu kayıp, toplam nüfusun %16,5’una denk düşüyordu ve o güne dek bir ulusun gördüğü en yüksek oranlı insan kaybıydı.( kaynak: "yeni dünya düzeni Kemalizm ve Türkiye" Metin Aydoğan, 1.cilt)
Günümüzde Siyonist işgalcilerin Filistin’de yaptıkları zulüm, Filistinli halkın kendi vatanlarından ihraç edilmeye çalışılması, kendi vatanlarında mağdur ve aşağılanmış bir halde yaşamaya zorlamaları ile dün Fransa'nın Cezayir topraklarını işgal edip yapmaya çalıştıkları ile benzer hadiselerdir aslında. Ama görülen şu ki Cezayir halkı Filistin halkı kadar dişli çıkamamıştır.
Ne kadar illallah deseler de her Cezayirli biraz Fransız’dır aslında… İnsanoğlu unutur…
Zira "Maziyi deşmeyelim, geleceğe bakalım" diyen pragmatist Fransa’nın bir zamanlar sömürge politikasıyla kan dökerek şekil verdiği Cezayir, şimdilerde Sarkozky'nin kapitalist bir market olmuştur.
Sömürgesi diye o topraklar üzerinde maddi manevi her tür yaptırım hakkını müktesep gören Fransa 1960-1966 yılları arasında, 4’ünü Regan bölgesinde atmosferde, 13’ünü Sahra çölünde yeraltında olmak üzere 17 nükleer deneme gerçekleştirmiştir ve uzmanların tahminine göre 30.000 kişinin uzun vadeli zararlar gördüğü açıklanmıştır.
Cezayir uzun bir bağımsızlık mücadelesinin ardından 1962 yılında bağımsızlığını ilan etmiş ama görünüşte Fransa’nın sömürgesi olmaktan kurtulması, Cezayir’e tam anlamıyla bağımsızlık kazandırmamıştır. Bağımsızlığın ilanı ile Fransa’ya karşı özgürlük savaşı başlatan Ulusal Kurtuluş Cephesi FLN (Front de Liberation Nationale) iktidarı ele geçirmiştir. Tıpkı sömürge yönetiminde ve dünya üzerinde hüküm süren birçok sistemde olduğu gibi FLN yönetiminin de büyük çoğunluğu masonlardan oluşmaktaydı.
FLN, Masonik bir partiydi ve alışıla geldiği gibi Müslümanlar üzerinde baskıcı bir rejim oluşturmuş, petrol geliri 40 milyar $ ve dünyada en çok doğalgaz ihraç eden ikinci ülke olan Cezayir’i siyasi düzen adı altında senelerce sömürmüştür.
Cezayir 1962’de bağımsızlığını tam olarak ilan etmeden önce çıkan son ayaklanmalar sırasında İsrail, Fransızların kurmaya çalıştığı "kontrgerilla" örgütü OAS'ye (Organisation de l'Armée Secrét: Gizli Ordu Örgütü) büyük yardımlarda bulunmuştur. OAS'ın eğitilmesinde ve silahlandırılmasında İsrail'in büyük rolü olduğu da tarihi kanıtlarla ifşa edilmiştir. (Günümüzde pasaportlarında İsrail vizesi bulunan yolcuların müracaatları değerlendirilmez.)
Tek partili sisteme karşı, çoğulculuk ve serbestlik isteyen halk ayaklanmaya başlayınca 1989 yılında çok partili sisteme geçilmiş, bunun ardından yapılan yerel seçimlerde İslami Kurtuluş Cephesi FIS (Front Islamique Du Salut) halkın yoğun desteği ile büyük bir başarı sağlamıştır.
Gelin görün ki, parlamentodaki sandalye sayısının çoğunluğunu kaptırmış olmaktan son derece huzursuz olan FLN tendanslı Genel Kurmay Başkanlığındaki ordu, meşrulaştırmak için pek çok kışkırtma ve yalan haber ürettiği, bir askeri darbe ile iktidarı ele geçirmiştir. Demek ki, farklı kıtalarda da olsa tarih, siyaset üzerinde oynanan oyunlarla hep tekerrür etmiştir.
Ve her zaman olduğu gibi, dil, renk ve mezhep ayırt etmeden bütün Müslümanlar üzerine yazılan senaryoda aslen darbeyi yapanların çıkardıkları iç savaş Müslümanlara ihale edilmiştir. Tarafları güç kullanmaksızın uzlaşmaya davet eden FIS’e, cuntacı iktidar FIS üyelerinin çoğunu tutuklayıp hapishanelerde ağır işkenceleri yaparak icabet etmiştir.
FIS'in seçimi kazanmasının ardından başlayan iç savaş, Fransa güdümündeki kukla yönetimin icra atidir. Askeri bölgelerde yaşanan katliamlara, ordunun müdahale etmemesi ya da onlarca masum insan öldükten sonra sırf dostlar alışverişte görsün diye müdahale eder gibi görünmelerinin başka nasıl bir açıklaması olabilir ki?
Olayın enteresan tarafı ise Cezayir’de oynanan oyunların bize çok tanıdık gelmesidir. Müslümanları terörist konumuna düşürüp, sonra da onları tasfiye etmek niyetiyle düzenlenen senaryo, aynı zamanda Müslümanlara karşı yapılan baskı ve katliamları meşrulaştırmak için kullanılabilecek harika bir delildir.
Aslen eski bir FLN lideri ve kıdemli bir mason olan Devlet Başkanı Budiyaf, son zamanlarında ordu ile ortak yönetimin menfaatine ters düşen rüşvet ve yolsuzluk dosyalarına burnunu sokmasından mütevellit ortadan kaldırılacak ve kargaşa ortamının da sağladığı destekle suikast Müslümanların üzerine atılacaktır. Nitekim Cumhurbaşkanı Budiyaf 1992 yılında esrarengiz bir biçimde öldürülmüş ve masonların tezgâhladığı bu suikastın faturası Müslümanlara kesilmiştir.
Budiyaf’ın ölümünden sonra 10 sene sürecek olan terör eylemleri ve iç çatışmalar yaşanmıştır. Bu 10 senenin en acı günü 22 Eylül 1997 gecesi yaşanmış, Başkent Cezayir yakınındaki Bentalha kentini basan teröristler ayni gece 600 insani katletmiş teröristlerden kaçmaya çalışan yüzlerce insan, şehrin yakınında ki askeri kışlaya sığınmış ama askerler insanları içeri almadıkları gibi teröristlerle çatışmaya da tenezzül etmemişlerdir. İt iti ısırmaz derler malum…
Fransa güdümlü mason uşağı FLN partisi yöneticileri, bu politik kargaşadan yararlanmış, inşa ettikleri Cezayir limanından hiçbir kontrolden geçmeyen ticari malları Fransa ya gönderip 10 yılsonunda da zengin olmuşlardır.
Cezayir'deki devlet terörünün asıl olarak Fransa'dan yönetildiği, katliamlardan sorumlu tutulan cuntada yer alan generallerin çoğunun geçmişte Fransız ordusunda görev yapmış olmaları hiç de şaşırtıcı değil.
Cezayir'de devlet, katliamları İslamcı örgütlere mal ederek halka karşı işlediği suçları gizlemeye çalışırken, eskisi kadar başarılı olamamıştır. Bizim Ergenekoncuları bülbül gibi şakıtan Allah; Cezayir’de çıkan olayların, yapılan suikast ve katliamların sorumlusu olan polis ve subayların da dilinin sus mührünü çözmüş ve böylece "Özel Operasyon Dairesi" tarafından gerçekleştirilen bu hadiselerin asıl failleri ve perde arkası ortaya dökülmüştür.
Fransa asimilasyon bazlı politikalarını en katı biçimde uygulamış, sömürgecilikle halkın ulusal kimliğini yok ederek ulusal hareketlenmeye karşı çeşitli önlemler almıştır. Arapça konuşmak, eğitim görmek yasaklanmış, resmi olarak konuşulan tek dil Fransızca olarak kabul edilmiştir. Cezayir halkı ikinci sınıf vatandaş olarak görülmüş, halkın kendi ülkesinde seyahat etmesi bile izne bağlanmıştır.
Mevzu Türkiye’de PKK veya sözde ermeni soykırımı olunca insani güdüleri depreşen Fransa dünya kamuoyu karşısında Türkiye’ye panter kesiliyor ama aslen kendilerinin demokrasi ve insan haklarını nasıl ayaklar altına aldıkları asla tartışılamıyor. Fransa’nın biran önce kirli tarihinde yaptıkları pisliklerle yüzleşme zamanı gelmiştir.
Her ne kadar Cezayir'de bağımsızlık savaşının sürdüğü sıralarda Türkiye’den Cezayir’e gönderilen gizli yardımlar olsa da Türkiye siyasi platformda genellikle Fransa'nın yanında yer almayı tercih etmiştir. Bu yüzden Kahire'de kuruluşunu ilan eden Geçici Cezayir Hükümeti'ni resmen tanımamış, BM nezdinde yapılan oylamalarda Fransa'nın yanında yer almıştır. Sırf Fransa’yla olan çıkarlar zarar görmesin diye, NATO üyeliği de bahane edilerek Fransa’ya destek veren Türkiye, mazlumun yanında olmak yerine zalimin safında olmayı tercih etmiştir.
Fransa’nın özellikle sözde Ermeni soykırımı konusunda, kendilerinin Cezayirlilere yaptıklarından sebep Türkiye’ye önyargılı yaklaşması ve ilgili iddiaları kanun koruması altına alması da Türkiye’ye gösterdiği vefa örneğidir.
En acısı da BM nezdinde Fransızların Cezayir’den çekilmesi oylanırken Türkiye'nin batılı ülkeler yaranma kaygısı yüzünden tam bir oy eksikle karar reddedilir ve Fransa, iki yıl daha bu ülkede terör estirir, ölü sayısı bir milyon kişiye ulaşır.
Bugün farklı şekilde tecelli eden olaylarla, bu bir oyun hesabı Hak katından sorulmakta ama emperyalist Avrupa sevdalısı olan bazıları bunu idrak edememektir. Rahmetli Turgut Özal’ın Cezayir’i ziyareti sırasında bu konuda Cezayirlilerden resmen özür dilemesi Fransa’nın Cezayir’den çekilme kararının bir oy eksiklikle engellendiği gerçeğini değiştirmemiştir.
"Zulmedenlere meyletmeyin...Sonra yardım da göremezsiniz."
Anladığım bütün zulümlerine rağmen hükümetlerimiz her zaman zalimlere teşne olmuşlardır. bu da "Avrupalı" olamayan ve fakat onlardanmış gibi basitliklere düşmelerden kaynaklanmaktadır. Bilinen odur ki Fransa Devleti zulümlerini örtbas etmek isterken bile hala aynı duygularını seçim çalışöalarında ortaya koymaktadır.
Mart 11th, 2010 at 13:26