Akan Kan Bizim
İnsan vücudunu besleyen sıvının vücutta akması hayatın alametidir. Ama vücudun içindeki o sıvı vücudun dışına akıyorsa hayati tehlikeyi işaret eder. Sıvının -ki kandır- sürekli dışarı akması halinde ise hayatın sona ermesi söz konusu olabilecektir.
Devletlerin de hayatiyetini sürdürebilmesi için ona hayatiyet kazandıran (sıvısı) insan/vatandaştır. Vatandaş yoksa toprağın adı vatan olamayacağına göre devlet denen aygıtın ol(uş)ması söz konusu olamaz. Vatandaşı hareketli (aktif/çalışkan) olan devletin terakkisi de kaçınılmazdır.
Özellikle son 28-30 yıldır PKK ile “düşük yoğunluklu savaş”ta 60 bine yakın insanımız hayatını kaybetti. 30 yıl boyunca -son on yıl hariç- buna dur diyen devlet aklı yerine vur diyen devlet aklının sözü geçerliydi. Allah için üzerimizde oynanan oyunun vahameti önemsenmedi ve bu akan kanın durmasına yönelik çaba gösterilmedi. Kimi zaman çözüme dair girişimler olmuşsa da devlet içinden birileri bu süreci sabote etmek için var gücüyle çaba gösterirdi ve her zaman onların dediği oldu, neticede barış rafa kaldırılırdı.
Anlamıyorum, ölenler insan ve kardeşlerimiz, çocuklarımız. Her gün göz göre göre çocuklarımız ölüyor, annelerin ocakları başlarına yıkılıyor ve bizim kılımız kıpırdamıyor. Bu kadar evladımızı kaybettik hala evlat kaybını göze alabiliyoruz. Ondan sonra empati yapalım diye sağda solda yazıyoruz, konuşuyoruz.
Neyin empatisi Allah aşkına?
Evladı ölen annenin yüreğinin yerine kendi yüreğimizi koyabilecek miyiz?
Yavuklusunu kaybeden genç kızla hangi empatiyi kurabiliriz?
Babası öldürülen ve daha 3 aylıkken yetim kalan bebekle-çocukla empati yapacak kadar temiz bir vicdana sahip miyiz?
Kandırmayın bizi,
Empati yapacakmışız!..
Ama eğer doğru söylüyor isek, yani hakikaten empati yapabilecek durumda isek, yani annenin, yavuklunun, yetim bebeğin yüreğini anlıyor isek o zaman insanlığımızdan utanmamız lazım. Çünkü hiçbir yürek bu yangın yeri yüreklerle empati yaptıktan sonra “bana ne” moduna geçemez, biz geçiyoruz ve bir daha ki evlat kaybına kadar hiçbir şey olmamış gibi hayata devam ediyoruz. Bu kadar kolay mı?
Bakınız, bütün bu acılara rağmen kana doymayanların sesi daha gür çıkıyor.
Hala muhalefet ve şahinler “bölünüyoruz” diye bağırıyor ve barış için atılan her adım için “ihanet” teranesini seslendiriyorlar. PKK’nın şahinleri ille de savaş, sonuna kadar savaş diyor.
Hal böyleyken şimdi de bazı BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırarak sorunu çözmeye çalışıyoruz. Olabilir, dokunulmazlık kalkabilir, ancak daha önce bunca parti kapatıldığı, siyasi yasaklılardan bir ordu oluşturulduğu halde bunun çözüm olmadığını görmemiz çok mu zor?
Bazı hamlelerin sonrası hesaplanmalı, sonrası hesaplanmayan hamlelerin yaramızı derin ve devasız kılması kaçınılmazdır. Tamam, BDP’li bazı vekillerin kimi tavırları milletvekilinin yapacağı şey değil. Bunlar barışa katkı sunmak yerine barışı geciktirici tavırlar. Ama bilmeliyiz ki bu vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması da barışa hiç mi hiç hizmet etmeyecek. Kimse, ‘vekilse her istediğini yapma hakkına mı sahip olsun?’ diye sitem etmesin. Çünkü çok iyi biliyoruz ki normal süreçlerden geçmeyen bir ülkeyiz ve bunun göz ardı edilmesi kaş yaparken göz çıkarmaktır.
Ayrıca sivil anayasa çalışmaları da durma noktasına gelmiş, halkın umut ve beklentileri oluşacak olan karamsar ortamla berhava edilmemeli. Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla sivil anayasa istemeyenlerin işini daha da kolaylaştırmamak lazım.
Hükümet çok zor zamanlarda çok zor badireler atlattı, dokunulmazlıkları da “bundan böyle kürsü dokunulmazlığı dışındaki suçlarda 'dönem sonu beklenmeden' dokunulmazlık kalkar” düzenlemesiyle işi daha rasyonel ve çözüme katkı esaslı bir noktaya taşıyabilir. Biz söyleyelim de...
Twitter: @ahmetay_