Ahmet Oktay: İmkânsız Poetika
Sanat, özellikle de edebiyat, hepimizin buluşabileceği ve güneşin altındaki her şeyin incelenip gözden geçirilebileceği bir düşünme salonudur…
Çeşitli mücevherlerle dolu, ışıltılı bu salonda, Ahmet Oktay’la ve onun kalemi aracılığıyla geçmişten günümüze, birçok şairle buluşuyoruz. Oktay, şiirin tüm coğrafyalarına değindiği satır aralarında, daha önce söylenmemişleri aktarıyor biz okurlarına. Özellikle; şiir okunmuyor, şiir kitapları satmıyor dönemlerini yaşadığımız bu günlerde (her ne kadar, kitabın basım tarihi 2004 olsa da) kesinlikle, yol gösterici bir kitap. Elbette Ahmet Oktay, bu kitabı hazırlarken yol göstermek gibi bir amaç gütmemiştir, zaten eserde de böyle bir durum söz konusu değil. Ama; öylesine derin işlenmiş ki her bir konu, mutlaka bir okur ve yorumlayan olarak size daha iyiyi gösterebiliyor. Şiir ve medyanın yorumlandığı bir bölümde bakın yazar, neler söylüyor okuyucularına…
Şiirin, medya ile ilişkisi olsa olsa “hayırlama” ilişkisi olabilir. Karşılıklı bir hayırlama. Medya, fiziksel şiddeti öylesine doğallaştırır ve normalleştirir ki, şiirsel dilin şiddeti, dolaşımdaki dil karşısında yenik düşer. Ratingi yoktur, dolayısıyla getirisi yoktur (Şiir ve Medya sy. 22).
Tanpınar’ın bir iç kale sanatıdır sözleriyle tanımladığı şiirin; Valery’e göre ödevi, nesir olmamaktır (a.g.e. sy. 22, 27). Şiir, bazen her şeyin ötesinde “şairin yalnızlığıdır” ve şair yalnız olduğu müddetçe kurar dizelerini. Bu cümlenin doğruluğu tartışılabilir ama; bir gerçek var ki şiir, onu yazanın özünden meydana gelir. Bu nedenle şiiri, şairin kendi yalnızlığı ya da sadeliği olarak yorumlayabiliriz diye düşünüyorum…
Ahmet Oktay, eserin büyük bir bölümünde 1980 Sonrası Şiirimize ve edebiyat emekçilerine yer vermiş. Bu bölümün giriş yazısının uçlarında şöyle seslenecek yazar; gerçekten de 1980’den sonra Türkiye’de, tarihinin hiçbir döneminde rastlanamayan bir çeviri patlaması olmuştur.” Gerçekten de baskı dönemi sonrası edebiyat dünyasında yeni arayışlar, yeni sesler boy göstermiş ve bu da dolayısıyla Dünya Şiirine yönlendirmiştir okuru. 1980 sonrası şiirde özellikle öfke vardır; yaşanan güne, insan ilişkilerine karşı olan öfke… Dönem şiirinin, farklı bir özelliği de “anne” motifine pek rastlanmıyor olmasıdır. 1980 şiirinin genel görünümü ve oluşan doğrultulara, kitapta ayrıntılarıyla veriliyor. Kısaca bahsetmek gerekirse; imgeci, toplumsalcı, İslâmcı/metafizik şiirden söz edilebilir bu dönemde. Dönemin bazı belirgin adlarını birlikte sıralayalım: Tuğrul Tanyol, Turgay Fişekçi, Sunay Akın, Lale Müldür, Veysel Çolak, Haydar Ergülen, Cevat Çapan, Nevzat Çelik, Küçük İskender, Ahmet Necdet vb… Ahmet Oktay, büyük bir titizlikle hazırladığı bu bölümün altına önemli bir not düşüyordu, yanlış anlamayı engellemek için: “Burada 1980 sonrası şiiri derken, sadece asıl kitaplarını 1980 yılından sonra vermeye başlamış olan kişilikleri anlıyorum. Elbette ki, 1980’den sonraki Türk şiirinin içinde; başta Fazıl Hüsnü, Melih Cevdet, İlhan Berk olmak üzere birçok şairin önemli yeri, ürünü ve etkisi vardır.” 80 yılı şiirimizin bazı önemli isimlerini dile getirdikten sonra, onlar için unutulmuş, unutturulmuş olanları canlandırma isteği duyan, nostaljiyi sıkıdüzenin karşısında “kurtuluş alanı” olarak düşleyen emekçiler olduklarını söyleyebiliriz.
1980 sonrasında, genel yaşam koşullarındaki değişimler dolayısıyla içeriğinde yeni sesler bulan şiir, biçimini de bazen çeşitlendirebiliyordu. Bu dönemde, dizelerin kırılması, bir tür düz yazı söyleyişi göze çarpıyor:
“Yolların parçalanmış heykelleri/erguvan, gül ya da lale/aynada, esir oldukları hale/yoldaştır
kimsesiz ay ve gece/yıldızlarla kayan yolların kokusu… (Osman Hakan A.)
Bu biçimde yazan şairlerden söz açmak gerekirse; Ahmet Oktay’ı ve Hilmi Yavuz’u söyleyebiliriz. Birçok genç şairin o dönemde etkilendiği şairlerden olan Nâzım’da bu biçim yoktur. Dizeler, her ne kadar yerine göre bağımsız görünse de, bu şiirlerde dize kırılmasına rastlanmaz.
Yazar, 1980 ve sonrasına dair şiirin yanı sıra bir de modern şiir araştırmalarıyla, peşinden sürükler bizi. Modern şiir, yazarın en yüzeysel tanımıyla “bireyliğin” şiiridir. Ahmet Oktay, bu bölümde özellikle Nâzım Hikmet’i incelemiş ve üzerinde fazlasıyla durmuştur. Çeşitli anlatımların olduğu bu kısımda Nâzım’dan, çağın ruhunu yakalamayı başaran tek kişi olarak bahsedilir. Çünkü Nâzım; siyaset, felsefe, biçim, biçem ve dil düzeylerinde, tam olarak “devrimcidir.”
Türk Şiirinde “cinselliğin” tartışıldığı ve Küçük İskender’in öne çıktığı Tehlikeli İlişkiler: Türk Şiirinde Cinsellik adlı bölümün mutlaka okunması gerektiğini belirtmek istiyorum. Ayrıca; Behçet Necatigil’in şiirlerindeki ev motifinin, görünenin ardındaki farklılığı gözlemlemenizde fayda var diye düşünüyorum. Edip Cansever’in mercek altına alındığı bölümleri de üzerinde durulması gerekenler listesine ekleyebiliriz. Bunların dışında, kitabın kalan yarısında Ahmet Oktay’a dair söyleşilerin yer aldığı ve yine yazarın kendi şiiri üzerine yaptığı kişisel eleştirilerini merak ediyor ve birinci ağızdan dinlemek istiyorsanız, İmkansız Poetika sizin için vazgeçilmez olacaktır.
Bu yazı, aynı zamanda www.yavuzyavuzer.com adresinde de yayımlanmıştır.