Ahlâk’ın Siyaseti (I)
İnsan, fikir ve maliyet üzerinde varlığı ortaya çıkan Siyaset’in, bir ülke yönetiminde kavuşması gereken tertibat…Kaç yüzyılda oluşturduk demokrasiyi? Kaç bin insan kanıyla beslendi siyaset? Hangi özgürlükler uğruna çiğnendi gitti bildiğimiz tüm ilkeler? Oysa, her şey güven ve ahlaktan ibaret: İnsana da, aileye de, topluma da…
Ne yapmalı?
İlkin; insan güvensizlikten kurtulmalıdır. İlk bakışta önemsiz gibi gelen güven, hem seçen hem de seçilmeye aday insanın sahip olması gereken en temel niteliktir. Oysa siyasetin baş aktörleri olan seçen ve seçilenlerde, seçenin kendine ve seçtiğine, seçilenin de kendisini seçene güveni yoktur. Günümüz siyasetinin en mühim eksikliği budur. Seçmenler, “seçilecekler arasından güvenilir bulamamakta ve daha az güvensize mecbur olarak” tercih belirlemekte, seçilenler ise seçmen tercihlerine uzun vadeli güvenmemektedir.
İnsan, bulunduğu coğrafyanın tarihine ve komşularının niteliklerine haiz olmalıdır. Buradan yola çıkarak dünya coğrafyasını ve değişimleri bilmeli, değişen merkezleri takip etmelidir. Günümüz için örneklersek; Sovyetlerin çöküşü ve dağılmasıyla sona eren iki kutuplu dünya, yerini çok merkezli bir dünyaya bırakmıştır. Balkanlarda etnik ülkeler, Kafkaslar ve Ortadoğuda bağımsız devletler kurulmuştur. Orta Asya, paylaşım için açık bir Pazar halindedir. Bu durum, 1. Dünya Savaşı koşullarıyla örtüşmektedir. Bu yüzden insanımız, içyapısını, konumunu ve hedeflerini yeniden gözden geçirmeye mecburdur.
İnsan, fikri köklerini bilmeye mecburdur. Kendi tarihini, folklorunu, kültürel mirasını ve dilini bilmesi ödevdir. Bu anlamda Anadolu, insan temelli kültürü, insan temelli geleneği ve çok kültürlülüğü bakımından büyük bir hazine ve öğretmendir. Günümüz için evrensel değerler haline gelmiş bu kavramlar, Anadolu için bilindiktir.
İnsan, dünyanın küçüldüğü görmeye mecburdur. Her ülkenin, büyük bir devletin küçük bir köyü haline geldiği küreselleşme yapılaması ve bilginin sınırsızca ve süratle dolaşabilmesi nedenleriyle, ulusal sınırlar iktisadi ve siyasi olarak yeniden tanımlanmaktadır. ( Elbette kavram olarak.) Köyleşen ülkelerden açlık, işsizlik, savaş, etnik-dinsel, kültürel sebeplerle göç eden kitleler, gittikleri ülkelere aynı sorunları taşımaktadır. Bu nedenle insan, kavuştuğu barış, refah, demokrasi gibi olguların yalnızca kendi “köyüne” değil, tüm dünyaya zorunlu kılındığını görmelidir.
İnsan, bugün var olan insan için çaba göstermelidir. Her nesil, kendi nesli için iyilik ve güzellik üzerine inşa edilmelidir. Vaat edilmiş bir yarın için şimdiki kuşağın fedası, akılcılığını yitirmiştir. Artık dünya çapında kararlar bile orta vadelidir. Bu değişim sürati nedeniyle her insan, yaşayan, var olan diğer bir insan içindir.
İnsan, ülkesinin ve dünyanın kaderini belirleyici olmakla mükelleftir. Ancak bu, insan ve devlet ilişkisinin yeniden tanımlanmasıyla mümkündür. Benim tanım önerim: Devletin demokratikleşmesi kadar, toplumun da demokratikleşmesidir. Otoriter, hoş görüsüz, şiddet tutkunu ve adaleti kendi sağlayan fertlerin oluşturduğu bir toplumdan, demokratik bir devlet meydana gelmesi düşünülemez.
İnsan, devletle ilişkilerinde tarihi geleneklerimizden ötürü zayıftır. Devlet vatandaşını tebaa olarak sayar. Kurallar ve yaptırımlar aba altından sopa gösterir ruhtadır. Devlet, vatandaşlarının canı üzerinde mutlak bir hakka sahip olduğuna inanır. Varlık sebebini, korkutma ve sindirme olarak tanımlar. Hizmeti bir görev değil, lütuf olarak kabul eder. Bu yapının değişmesi ve insan temelli devlet yapısının hâkim kılınması zorunludur.
İnsan, kendisinden ayrı ve başka etnik kökenler olduğunu kabul edecektir. Dini, örfi, kültürel ya da başka kümelere ait tanımlamalarla oluşacak idari yapı ( günümüzdeki gibi ) çeşitli tabular yaratmıştır. Çoğunluğa ait yargı ve yürütme sebebiyle oluşan sözde ihlaller nedeniyle yasaklar ve cezalar uygulanmıştır. Bu algı ve idare mekanizması terk edilmelidir.
İnsan, devlete güvenebileceği ortama sahip olmalıdır. Yasakçı ve otoriter devlet, halkına güvenmemekte, sorumluluk vermemekte ve insan da devletine kuşkuyla bakmakta, korkmakta ve devletine karşı sorumluluk duymamaktadır.
Şikâyet etmek hak aramak değildir.
Mesele: kayıtsız şartız boyun eğerek, çözüm üretebilecek şuurun yok edilmesiyle beraber, hak aramanın usülden ve esastan çözüm yollarını bulabilmektir. Oysa devletine güvenen insan ve halkına güvenen devlet denkleminde, haksızlığın adaletle sonuçlanması kaçınılmazdır.
İnsan, gelir ve servetini devlete yanaşarak artırma arzusunda ve eğilimindedir. İsteklerin tamamı devlette sonlanmaktadır. Bu anlayış nedeniyle, isteklerimizin bir maliyeti olduğunu unutmuşuz. Bu isteklerin cevaplanmasına dönük bir katkıda bulunmaktan kaçınarak, ter akıtan, emek veren fertler olmak uzaklaşmışız. Bunun yerine başkasının sırtından geçinen, köşe dönmeyi erdem sayan insanların çoğunlukta olduğu bir topluluk haline gelmişiz. Böyle bir toplum yapısının neticesi: Belli kesimleri koruyan ve kollayan, diğer kesimleri görmezden gelen ya da ufak tefek lütuflarla onları memnun etmeye çalışan keyfi bir yönetimin adı devlet olmuştur. Devletin vazifesi; düzenlemek ve denetlemektir. Devlet hakemdir. Şeffaf ve hesap veren bir yargıdır.
İnsan, ahlakını yitirmiştir. Tıpkı savaş dönemlerinde olduğu gibi zenginler çoğalırken, fakirler ezilmektedir. Yolsuzluk ve yoksulluk en feci toplum yarasıdır. Yolsuzluk, rüşvet, kayırma olayları sıradanlaşmıştır. Bu nedenle toplumun ahlaki yapısı çürümüştür. Duyarsız ve umutsuz fertler, günlük telaş içerisinde hafızasını yitirmiştir. Açlık, işsizlik ve yoksulluk nedeniyle, baskıya, şiddete, keyfiliğe boyun eğen, cefaya alışkın insanlar haline gelen toplum, ekmek yerine onurlarını yer hale gelmişlerdir. Buna çözüm üreten siyasi aktörler değişmiş, sloganlar yenilenmiş ancak sistem aynen kalmış hatta güçlenmiştir.
• Yoksulluk
• İşsizlik
• Dengesiz Gelir Dağılımı
• Dış Borç
• Kamu Açıkları
• Vergi Adaletsizliği
• Kaynak tahsislerinde kayırmalar
• Bölgeler arası dengesiz yatırım
• Alt yapı Yetersizliği
• Plansız Nüfus Artışı
• Bilim ve Teknolojiye Yatırımsızlık
• Eğitim-Öğretimde Tamamen Çürümüşlük
Acaba son 60 yılda, yukarıdaki sorunlardan herhangi birinin çözüldüğüne şahit oldunuz mu?