Ahh! Kapadokya Ahh! (I)
Sekiz yaşındaki Berfin’in babası, gecenin bir yarısı ter içinde korkuyla uyandı. Yatağının baş ucundaki suyu bir dikişte içti. Yanında yatan karısı Songül’e baktı. Yüzüne dokunduğunda yaşamasına çok sevindi. Rüyasının etkisiyle kızlarının odasınahızla yöneldi. Onlarında mışıl mışıl uykuda olmaları yüreğini ferahlattı. “Hayırdır” mırıldanmasıyla tekrar yatağına uzanıp ışığı söndürdüğünde, bu kez karısı uyanmıştı.
“ Hayrola İmabettin?”
“ Merak edilecek bir şey yok. Kötü bir rüya gördüm.”
“ Nasıl bir rüya?”
“ Kötü. Hem de çok kötü bir rüyaydı. Hep birlikte yüksek bir dağın tepesinden aşağıya doğru yuvarlanıyorduk. Her yerimiz paramparçaydı.”
“ Hayra yor. Hem uçmak iyidir. Ferahlıktır. Hadi artık uyu. Yarın yola çıkacağız.”
Bir günün daha bitmesine ramak kalmıştı. Lodos hafifte olsa denizden yaman esiyordu. Okulun hemen kıyıcığındaki otobüs durağında öğretmen, veli ve öğrenciler kendilerini “ Peri “ diyarına götürecek otobüsün yaklaşmasını bekliyorlardı. Çocukların neşeli hali, karşı apartmanların perdelerini gerip, biraz önce sönen ışıkları tekrar yaktırmıştı. Rehber öğretmeni ve her halinden yorgun görünen şoförün son sözü ileherkes biranda otobüsün içine dolmuştu. Sokaklar ise suskundu. Egzoz dumanı ardında, meraklı ışıklar ise birer birer sönüyordu…
Berfin’in kardeşi Beren, yolcuların en küçüğü idi. Sarı saçları ve bembeyaz yüzü ileşimdiden herkesin maskotu olmaya adaydı. Çocukların bir çoğu, anne ve babalarının kucaklarında rahatsızdı. Bacaklar ise, uzun yolculuğa dayanacak güçte değildi. Koridora taşan çocuklar perişan, firma sahibi ise kazancı ile keyifliydi. Şoför, radyo dalgalarında dolaştığında Musa Eroğlu’nun, “ Yolun Sonu Görünüyor” türküsünde takılı kaldı. Muavin koltuğunda oturan rehber öğretmenin tüm uyarılarına rağmen otobüs, olancahızıyla sabahı yararcasına yol alıyordu. İçerisi yorgun bedenlerin uyuması ardından, sessiz ve sıcaktı. Motorun sesi ise ninni gibiydi. Güneş, huzmelerini şoförün şavkına vurduğunda, gözkapakları da kendisini salmıştı. Otobüs, yalpalamaya başlayıp, meraklı bakışlarda yerini bağırışlara bıraktığında, büyük bir gürültü ile yolun sonugelmişti. Her şey toz dumandı. Çığlıklar kulak yırtarcasınaydı. Küçüklü, büyüklü bedenler alaboraydı. Çığlıklar, yerini sessizliğe terk ettiğinde, cansız bedenlerde asfaltın sıcaklığında artık suskundu. Beren, nerede olduğuna anlam veremedi. Toz duman arasında annesini aradı;
“ Anneciğim, söyler misin biz nerdeyiz?”
“ Korkma kızım, yeşilliğin ve huzurun olduğu Cennetteyiz.”
“ Neden buraya geldik anne? Biraz üşüdüm, beni sıcaklığınla ısıtır mısın? Sahi Babamla, ablam nerdeler?”
“ Babanda bizlerle, ama ablan dünyada kaldı.”
“ Ablam tek başına ne yapar anne? Nasıl yemeğini yer? Onu, okuluna kim hazırlar? Obizsiz ne yapar annem!...”
“ Üzme kendini bir tanem. Bak, her taraf yemyeşil…”
“ Söyler misin annem, ben artık arkadaşlarımı göremeyecek miyim? Onlarla birlikte bebeklerimle oynamayacak mıyım? Ablam gibi okula gitmeyecek miyim? Ben büyüdüğümde gelin olacaktım. Yoksa artık olamayacak mıyım? Ben ablamı özledim. Peki, benim hayallerim ne olacak annem?... Ahh!... Kapadokya Ahh!.. Uçurdunhayallerimi…