Ah Nizam-ı Cedid, Vah III. Selim!
III. Selim’in, Osmanlı devlet yönetiminin artık Avrupa’yı yakalaması gerektiği düşüncesiyle büyük uğraşlarla kurduğu batı tarzı düzenlenmiş Nizam-ı Cedid ordusu aslında başarıyı yakalamıştı. Bu ordu Akka’da meşhur Napolyon’un ordusunu yenmişti.
Üst düzey bazı Osmanlı devlet yöneticilerinin dışında Osmanlı, aydını, memuru ve halkıyla henüz yeniliklere tam açık değildi. Modern anlayıştan uzak ilmiye sınıfı ve artık devletin başına yük olamaya başlamış ordu(yeniçeri ocağı)Batıya ve batı tarzı yeniliklere tamamen karşılardı.
İçerdeki bu ve benzeri sebepler ve birazda dışarının yönlendirmesiyle bir grup yeniçeri ayak takımı içlerinden Kabakçı Mustafa adlı şahsın liderliğinde Nizam-ı Cedid’e karşı kazan kaldırdı.
Bir grup yeniçeri ayak takımının bu cılız direnişleri sadaret kaymakamı(sadrazam vekili) Köse Musa ve benzeri bazı üst düzey yöneticilerin el altından destekleriyle büyük bir isyana dönüştü. Bu esnada devlet Rusya ile savaş halindeydi. III. Selim yeni ordusuyla bu ayaklanmayı bastırabilecekken kan dökülmemesi gibi hassas yaklaşımları ve ordunun Rusya ile savaş halinde olma riski gibi hususları göz önünde tutarak müdahale etmedi.
Kabakçı Mustafa adıyla anılacak bu isyan devletin yenileşme faaliyetlerini durdurmuş; büyük emekler ve meblağlar harcanarak kurulmuş ‘nizam-ı cedid’ ordusunun kapatılmasıyla son bulmuştur.
Osmanlı yöneticileri ancak savaş meydanlarında algıladıkları Avrupa’yla aralarında gelişmişlikteki farklarını kapatmak için öncelikle askeri alanda çözümler aradılar. Yenileşme adı verilen bu yaklaşımın ilk teşebbüsü I. Mahmut zamanında yine askeri alanda yapılmıştır. Asıl adı Comte de Bonneval olan humbaracı Ahmet paşaya humbaracı teşkilatı kurdurulmuş; batı tarzı eğitim veren ilk askeri okul ‘hendesehane’ açılmıştır. Üçüncü Selim’in babası III. Mustafa zamanında Macar asıllı Baron de Tott’a top dökümhanesi kurdurulmuş; batılı tarzda eğitim gören topçu ocağı açtırılmıştır. Her iki padişah döneminde yapılan askeri alandaki bu ıslahat hareketleri maalesef Osmanlının yeniliğe kapalı güruhun kundaklamasıyla sonuçsuz kalmıştır.
III. Selim tahta oturduğunda Osmanlı devlet yönetiminin Avrupa’yı yakalamak için ıslahat hareketlerini devam ettirmekten başka alternatifi yoktu. Sultan Üçüncü Selim bu gerçeği çok iyi görmüştü. Devlet Avrupa’ya yaklaşma Avrupa gibi olma yolunda geniş çaplı büyük bir ıslahat hareketine girmeliydi. Bunun için öncelikle Avrupa’nın iyi tanınması gerekiyordu. Bu açıdan yapacağı ıslahatlara hazırlık olarak III. Selim, ilk olarak Ebubekir Ratip Efendi’yi Avrupa’yı tanıma, inceleme ve bir ıslahat raporu hazırlaması için Avrupa’ya gönderdi. Ebubekir Ratıp Efendi çok iyi çalıştı, yerinde ve doğru gözlemler yapıp hassas tespitlerde bulundu. Uzun bir çalışma sonrası yurda dönerek raporunu III. Selim’e sundu. Bu arada Sultan III. Selim ileri gelen bir çok devlet adamının da ıslahatla ilgili görüşlerini sordu. Gerek Avrupa’ya gönderilen Ebubekir Ratıp Efendinin gerekse içerdeki ileri gelen devlet erkanının görüşlerinin ortak paydası ıslahat hareketlerinin zorunluluğu idi. Asıl düğüm bunun nasıl yapılacağında düğümleniyordu.
Burada genel hatlarıyla üç temel yaklaşım söz konusudur. Birincisi, bu gün muhafazakarları temsil eden ıslahat yapalım ama en ihtişamlı zamanımız sultan Süleyman kanunlarını yeniden güncelleyerek bunu sağlayalım yaklaşımıydı. İkincisi, Avrupai tarzda ıslahatlara devam edelim ama daha önce yaşanan akametlere uğramamak için bunu geçmiş ihtişamımızın kurallarını uyguluyoruz gibi göstererek yapalım bakış açısıydı. Bugün liberal anlayış dediğimiz yaklaşımdı bu. Üçüncüsü ise ıslahat yerine tamamen Avrupai tarzda yenileşme yaklaşımıydı. Bu da bugünkü sol ağırlıklı modernist yaklaşımı ifade ediyordu.
III. Selim, son iki yaklaşımın görüşlerini dikkate alarak öncelikle mevcut devlet sistemini tepeden tırnağa yenileştirmeye çalışırken diğer taraftan da devrimci bir yaklaşımla tamamen Batılı tarzda yeni kurumlar ihsas etme gayretine girdi. Bu amaçla tüm ayrıntıları önceden düşünülüp hesaplanarak mevcut orduya alternatif ‘Nizam-ı Cedid’ adında yeni bir ordu kuralacaktı. Başta ifade ettiğimiz gibi bu yeni ordu kısa sürede çok başarılı olmuştu.
Nizam-ı Cedid, öncelikle Avrupa tarzındaki bu yeni orduyu ifade ederken genel anlamda tüm devlet teşkilatının yenilenmesini hedefleyen köklü, geniş ve büyük bir proje ve programdı. Ancak o günkü mevcut dini, sosyal, siyasal ve kültürel yapımız ve azda olsa dışarının etkisiyle III. Selim önderliğinde az sayıdaki yenileşmeci Osmanlı devlet erkanının başlattığı bu faydalı proje maalesef sonuçsuz kalacaktı.
Üçüncü Selim’in Avrupalılaşma amaçlı bu ‘nizam-ı cedid projesi’ yeniliğe açık yeterli devlet yöneticilerinin olmaması, Osmanlı devlet yöneticilerinin yeterince Avrupa’yı tanıyamamaları ve modernlikten uzak olmaları gibi bir çok sebepten başarıya ulaşamadı. Devletin bu faydalı projesi, devletin başka bir gücü tarafından akamete uğratıldı.
Cumhuriyet dönemi bir çok devlet adamı ve aydınına taş çıkartacak denli eğitimli ve donanımlı padişah III. Selim, maalesef batılılaşma yolunda devletin verdiği en büyük ferdi kurban olacaktı. Yeniden tahta çıkma ihtimalini düşünen devletin yenilik karşıtı güruhca yazık ki şehit edilecekti.
III. Selim’den bu güne yaklaşık iki yüz yıl geçmiş olmasına rağmen hala Batı’yı yakalamada ciddi bir yere gelemediğimiz aşikar. Bunun en büyük sebeplerinden biri olarak yukarda ifade ettiğim üç temel yaklaşımın, batılılaşma, çağdaşlaşma ve modern devletler sevisine yükselme hedefinde ortak bir yaklaşıma ulaşamamış olmalarını düşünüyorum. Üçtür ikidir dörttür her ne kadar olursa olsun toplumuzu ifade eden temel yaklaşımlar ortak bir paydada bir karar kılmadığı sürece bizim bu batı maceramız hep devam edip gidecektir. Ne zaman dönüp baksak bir arpa boyu yol almadığımızı göreceğiz.