Ah bu Türküler!
Türküler bizim “gönül coğrafyasının” aynasıdır. Öyle şeyler dile gelir ki ciltlerce kitaba bedel. Hem sözleri hem nağmesi anlatmak isteyip de anlatamadığımız şeyleri anlatır. Söyleyemediklerimizi söylerler.
Nağmeleri gönülden gelir, gönle girer. Bir mısra veya birkaç damla yaş... Ne fark eder ki? Değil mi ki içinizden geçeni aşikâr ediyor? Her şey burada başlıyor esasında…
Bir Adıyaman türküsünde “Gönülde gezen sensin” demiş türküyü yakan. Malum türkülerin besteleri olmaz. Onlar güzel Anadolu’muzun “his coğrafyasının” terennümleridir. Yukarıdaki mısra için ciltler yazsan kâfi gelmez.
Kimin gönlünde neler gezmiyor ki? Gönül bu! Omzun taşıyamadığı yükü taşır da yorulmaz yine. O razıdır taşıdığı yüke. Acılar ayrılıklar, neşeler, hüzünler ve sevdaların yeridir gönül. Onlar gönlü mekân tutmuşlarsa gönül ne yapsın şimdi? O da derdini türkülerle dile getirir söylemek istediklerini. Dilden dile, gönülden gönle…
Yine bir Adıyaman türküsünde ki şu mısralara ne demeli?
O yârin kaşı gözü Ciğerimi parçalar.
Buyur…
Şimdi bu iki küçük mısraı hangi kelimelerle izaha kavuşturacaksınız? Hem izah edebilir misini? Takatiniz yeter mi?
Yetmez elbet. Sadece dinlersiniz ve anlarsınız. Hem de ne anlama. Anlamı yıllar geçse de çıkmaz aklınızdan. Ve de acısı da kalbinizden tabii…
O “ciğer parçalanmasını” bilmeyen var mı? Yok demeyin sakın! Olamasaydı böyle söyler miydi şair?
Kısaca türküler çok şey söyler. Çok şey anlatır. Biz de dinleriz. Dinleriz dinlemesine de bazı zamanlarda bazı şeyler gelir hatırımıza.
Neler mi gelir?
Dedik ya yazıya başlarken.
Gönülde gezen sensin…