Ah Bu İdeolojiler!…
Bazen yaşadığım yüzyılla geçmiş yüzyılları karşılaştırırım, “acaba hangi yüzyılda yaşasa idim daha hoş olurdu?” Sonra birer-birer yüzyılları dolaşırım zihnimde, bir-bir irdelerim onları. Bir türlü karar veremem, kimi yüzyılların sefaleti, kimi yüzyılların savaşları beni yıldırır, korkutur, ama en çok korktuğum ve kesinlikle yaşamak istemediğim yirminci yüzyıldır.
Ben yirminci yüzyıla ideolojiler yüzyılı diyorum. Her ne kadar onsekizinci yüzyılda başlasa bile esas gelişmesi ve genişlemesi yani insanoğlunu etkileyip hayatının her zerresine sirayet etmesi bu yüzyılda olmuştur. Bildiğimiz gibi son dünya savaşı ideolojik kamplaşmaların neticesinde doğmuş, sonucunda dünya iki kampa ayrılmıştır.
Yukarıda yazdıklarımı siz okurlarım şüphesiz en ince ayrıntılarına varıncaya kadar biliyorsunuz ve bir çoğununuz içinde bulundunuz,yaşadınız.
Benim ideolojilerden tır-sıdığım ve tiksindiğim savaş ve sonucundaki kamplaşma değil. Nitekim geçmiş yüzyıllarda da ideolojilerle olmasa bile din gibi çeşitli nedenlerle kamlaşmalar olmuştur ve gelecekte de olacaktır. İnsanoğlunun bir nevi alın yazgısıdır. Benim tır-sıdığım ve tiksinti duyduğum neden, birileri tarafından kurgulanıp ilmi çalışma haline getirildikten sonra menfaat odakları tarafından pazarlanmasıdır.
Bu pazarlama öyle ustaca yapılır ki fikirlerin peşine milyonlarca kişi düşer, sayısız savaşlar vuku bulur, sonunda nice genç fidanlar toprağa girer, ocaklar söner.
Ama sonuçta kazanan hep pazarlayanlardır,
İdeolojilerin bir ortak tarafı vardır, hepsi kutsaldır, dava yücedir, ölenler devrim şehididir, yaşayanlar halk kahramanıdır.
Yani bütün ideolojiler halk için vardır, halk için halk ölüme gönderilir,
Sonra bir gün gelir tıpkı Sovyetler Birliğindeki gibi sayım suyum yok denir.
O zaman halk anlar ki kandırılmıştır, gerçek amaç başkadır. Bu arada olan davasına kalben inanıp uğrunda canını verdiği insanlara olur. Hani öbür dünyadan imkanı olup seslenebilselerdi şunu diyeceklerinden eminim “ölmemize değdi mi?”
Ve bile- bile emenin başını bırakmamak için bir takım uyduruk davalar, ideolojiler, ütopyalar üretenler vardır, “bizler cumhuriyetin yılmaz bekçileriyiz”
Bir paşa bunları söylemişti, sonra ilave etmişti “ cumhuriyete kim saldırırsa bizi karşısında bulur”
İyi de, dünyada kırk türlü cumhuriyet var, sizin cumhuriyet bunlardan hangisi, yada siz hangi cumhuriyetin bekçisisiniz?
Yürüdükleri izlere bakılırsa pek hayra alamet yol değil, ama bugün konumuz bu değil. Fakat ideolojik yargıya değinmeden geçemeyeceğim.
Malum her kılıcı elinde bulunduran kendine bir eyyamcı bulur,
Geçen gün bir kitap okudum, Cüneyt Arcayürek’in galiba adı “ İhtilale adım- adım” dı. O kitapta Arcayürek şunları yazıyor, sıkıyönetim komutanları teminat veriyor”… .sıkıyönetim savcıları ve hakimleri solcu ve sağcı olmayan tarafsız kişilerden seçilecek…..”
Düşünün bir kere, hakimin karşısına çıkıyorsunuz, tipiniz kurtarmıyor,”irticacıya benziyor anasını satayım, verdim yedi sene” der mi diye içinize kurt düşüyor.
Neden olmasın, olmadı mı?
Bana kim ne derse desin, HSYK’nin bu kadar çığırtkanlık etmelerinin altında var bir hinlik gibi geliyor bana, yoksa bu kadar yaygara koparmazlardı.
Ben size demiyor muyum, bu günlerde kuşkuculuğum had safhada diye,…..
İdeolojileri ben kansere benzetirim.
İdeolojilerin dinsel kutsallaştırılması felakettir.
Devrim şehidi tabirine fena gıcıkım doğrusu.
İdeolojinin şehidi olmaz.
Ama maalesef günümüzde dini inancı ideoloji gibi pazarlayanlarda var.
Baş örtmeyi bir siyasi parti flaması haline getirenlerde var.
Rasulallahı parti lideri gbi zannedenler veya parti liderlerini 2. peygamber gibi görenler var.
Bunlar da çok tehlikeli şartlanmalardır
İman kimsenin malı değildir, cennet kulun arsası değildir. Yerlerde ve göklerde olanların hepsi Allahındır. İman veya cennet bahşedenler kendilerini nasıl firavunlaştırdıklarını görmelidirler.
Mart 1st, 2010 at 14:46Günümüzde kendilerini müslüman kabul eden cemaatlar birbirlerini kafirlikle damgalamaktadırlar
Kuran da firavun kıssaları boşuna değildir