Agro-Biyoteknolojinin Sosyo-Ekonomik Katkıları
Tarımsal Biyoteknoloji ürün cirosunun 2014 yılında, bir önceki yıla göre %11 artarak 28 milyar doları bulması ve transgenik ürün ekim alanlarının 175 milyon hektara ulaşması, bu tür ürünlerin, özellikle üretici tarafından tercih edildiğini göstermektedir. Peki, bu denli hızlı benimsenen bu teknoloji, topluma, üreticiye ve tüketiciye ne gibi sosyo-ekonomik katkı sağlıyor? Bu yönde ilk akla gelebilecek soruların yanıtını, Harvard Üniversitesinin bir 2015 yılı yayınında[1] bulmak olası.
Raporda, artmakta olan nüfusun beslenmesi ve özellikle 2050'li yıllar için %70 daha fazla tarımsal üretim gereksinimini karşılamada tarımsal biyoteknolojinin önemine değinilmektedir. Onun da tek başına bir çözüm olmayacağı dile getirilirken, bu zamana kadar sağladığı ekonomik, sosyal ve çevresel katkıların, topluma ve özellikle karar verici kadrolara, yeteri kadar duyurulamadığı dile getirilmektedir.
Diğer taraftan transgenik teknolojisinin, özellikle küçük aile işletmeleri için uygun olmadığı ileri sürülürken, onların tohum ve ilaç masraflarını artırdığı, bu teknolojinin endüstriyel tarım için geliştirildiği ve biyoçeşitliliği engellediği gibi görüşler dile getirilmektedir.
1960'larda başlayan YEŞİL DEVRİM, bitki boyu kısaltılarak geliştirilen yeni çeşitlerin, uygun agronomik tekniklerle birlikte çiftçi tarafından uygulanması ile gerçekleşmiştir. Devrim süresince yıllık %3 verim artışı ile ikiye katlanan dünya nüfusu doyurulmuştur. Son yıllarda bu verim artışı devam etmediğinden, ekim alanlarında daralmaları, iklim değişikliği gibi bir seri olumsuzlukları dengeleyecek yeni teknolojilere gereksinim doğmuştur. İşte tarımsal Biyoteknoloji bu aşamada devreye girmiş ve bir seri sosyo-ekonomik katkılar sağlamıştır:
o Hindistan'da 2001-2002 yıllarında 31 kg/da olan pamuk verimi, pamuk zararlılarına dayanıklı transgenik çeşitlerin devreye sokulması ile 2011 yılında 56 kg/da'a yükselmiştir. Böylece sağlanan gelirle çiftçinin tüketim gücü %18 artmıştır;
o Hawai'de, ülke tarımsal ekonomisine büyük katkısı olan papayanın, virütik bir hastalık nedeniyle yarıya inen ürün miktarı, geliştirilen dayanıklı transgenik çeşitlerle tekrar eski seviyesine çıkabilmiştir;
o 1996-2012 yılları arasında transgenik ürün tarımı ile elde edilen 377 milyon ton tarımsal ürünün 123 milyon hektarlık bir alandan elde edilir. Sanal olarak yaratılan söz konusu alan, tarımsal biyoteknolojinin ekim alanlarını genişletmede uygun bir araç olduğu gösterir;
o Biyoteknolojik tarım çevreye oldukça fazla fayda sağlamıştır. Örneğin 2011 yılında dünyada kullanılması beklenen tarım ilaçlarının %9'u transgenik ürün tarımı ile fosil yakıt kullanımından tasarruf edilebilmiş, daha az toprak işleme (anıza ekim) ve daha az kimyasal ilaç uygulayarak 1,9 milyar ton CO2 salınımı engellenebilmiştir;
o Özellikle yabancı ot kontrolünün hedefleyen transgenik bitkiler, "anıza ekim" (toprak işlemeden mibzerle doğrudan ekim) koşullarında %70'e varan erozyon kontrolü sağlamışlardır. Düğer taraftan transgenik soyanın anıza ekimi sayesinde Arjantin'li üreticiler aynı yılda tarlalarından iki ürün kaldırabilmektedirler.
o Çin'de transgenik çeltik üreticilerinin, agronomik kazanımlarının ötesinde, sağlık bakımından bir seri avantajlara sahip olabileceği ortaya konmuştur. İlaçlama esnasında cereyan eden zehirlenmelerden başlayan artılar, ilaçların olumsuz etkilerinin yaşanmamasından kaynaklanan nedenle, üreticilerin kendini daha sağlıklı hissetmelerine kadar uzanmaktadır;
Bir de tarımsal biyoteknolojinin kabullenilmediği ülkelerin neler kaybettiğini AB açısından irdeleyelim:
o Tüketicinin GDO'ya karşıtlığı, üreticilerin ekonomik zararına neden oluyor;
o AB üreticisi rekabet gücünü kaybetmektedir. Bu, kendisini özellikle tohumculuk pazarda hissettirmiştir[2];
o Teknolojiden yararlanarak sağlanacak 900 milyon Euro gelirden yararlanılmıyor;
o Yılda ithal edilen 30 milyon ton biyotek ürüne ödenen meblağ görmezden geliniyor;
o AB'den kaçışa başlayan biyoteknoloji firmalar AB dışı rakiplere servis veriyor;
Bir başka deyişle AB tarımsal devrimlerde geri kalışının bedelini ağır ödemek durumunda kalıyor.
Gerçekten de 15 yılda sıfırdan 14 milyar US$'a çıkan transgenik ürün tohum pazarında AB payı olamazdı. Özellikle bu pazara hizmet veren BASF, KWS, gibi AB kökenli firmalar, yönetim ve araştırmalarını Avrupa dışına kaydırmıştır. DTÖ ile ilgili mahkemelere delil hazırlamak ve GDO'ların tüketimini engellemek için gerekçe hazırlığı amacıyla 300 laboratuara yaptırılan ve hiçbir olumsuz rapor alınamayan harcamaların tutarının da 300 milyon Euro olduğu tahmin ediliyor.
Tarımsal biyoteknolojinin tarlaya inmesi ile bilimsel gelişmeler, öylesine hedefe odaklanmıştır ki, ortaya çıkan moleküler biyoloji, genomik gibi yeni bilim dallarının, yarınların belirsiz ortamları için gerekli çözümlerin üretebileceklerine kesin gözüyle bakılabilmektedir.
Nazimi Açıkgöz
Not: Bu yazı "AÇLIK KAPIDA MI?" (https://nazimiacikgoz.wordpress.com/) sitesinde yayınlanan aynı başlıklı makaleden derlenmiştir.
[1]http://belfercenter.ksg.harvard.edu/publication/24899/taking_root.html?utm_source=feedburner&utm_medium=feed&utm_campaign=Feed%253A+belfer%252Fagricultural_innovation_in_africa+(Belfer+Center+for+Science+and+International+Affairs+-+Agricultural+Innovation+in+Africa)
[2] http://blog.radikal.com.tr/ekonomi-is-dunyasi/ab-tohumculuk-sektorundeki-son-gelismeler-7