Ağrı’dan 7 Haziran’a
Ağrı'da yaşananlara yakından, dikkatli ve objektif bakıldığında yeni ve tehlikeli bir sürece girdiğimiz iyice belirgin hale geldi.
2.5 yıldır iki taraflı bir ateşkes süreci devam ediyor, taraflar buna -esas olarak- uygun davranıyordu. Bu, müzakere süreci denen şeyin tabiatına uygun bir durumdu. Kamuoyunun ezici bir çoğunluğu bu durumdan hoşnuttu ve bir an önce silahların tamamen devreden çıkacağı bir dönemi, nefesini tutmuş, heyecanla beklemekteydi.
Erdoğan'ın halkoylamasıyla Cumhurbaşkanı seçilmesi ve aynı seçimde HDP'nin barajı aşmaya ramak kalacak ölçüde oy alması önce politik bir "rahatlama" yaratmış gibi göründü. Taraflardan birinin önderi yüzde ellinin üzerinde oy alıp CB seçilmiş, diğeri ise, anti demokratik seçim yasasına rağmen parlamentoda kendi adıyla temsil edilebilecek bir yüzdeye ulaşmıştı. Hangi siyasal parti olursa olsun, bu andan itibaren seçimlere bağımsız, yani tek başına girmekten imtina etse, varlığını inkâr, seçmenlerinin umuduna ihanet etmiş olurdu. HDP yapılması gerekeni yaparak seçimlere tüm Türkiye'de parti olarak katılmaya karar verdi.
Buraya kadar yaşananlar tüm demokratik toplumlarda olması gerekenlerdi. Süreç ilerledikçe, HDP'nin seçim barajını aşma ihtimali yükselip, iktidar partisinin oyları erimeye başladı. 13 yıldır iktidarca ertelenen -başta Kürt sorunu olmak üzere, Alevi sorunu, çevre sorunu, iş güvenliği ve taşeronlaşma, toplumsal kamplaşma gibi- sorunlar ilk kez bir siyasi parti, HDP tarafından sahiplenilmeye başlandı. HDP'ye, gerek iktidar partisinin, gerekse CHP'nin seçmenlerinden bir yöneliş başladı. Tam bu noktada demokratik toplumun ölçüleri rafa kaldırılıp, bunun yerini "eski devlet geleneği" aldı. İktidar, PKK'nın silahlı bir örgüt olduğunu, dağda kadrolarının bulunduğunu yeniden "anımsadı"!
Sanki bu coğrafyada 30 yıldır bir çatışma sürmüyordu, sanki onlarca politikacı bu sorunun çözümsüzlüğü yüzünden iktidarlarına veda etmemişti. Sanki bu savaşın insani, ahlaki ve ekonomik bedelini toplumda bilmeyen kalmıştı. Sanki 2.5 yıldır PKK'nin silahlı kadrolarının dağların bir köşesinde barındığından bu ülkeyi yönetenlerin haberi yoktu. Elbette bunların hepsini neredeyse ilkokul çocukları bile biliyordu. Bu devleti yönetenler sınırsız olanaklara sahipler. Emirlerinde orduları, polisleri, özel timleri, Gladioları, istihbarat teşkilatları, suikast timleri var. Yüz yıllık bir derin devlet tecrübesinin üzerinde oturuyorlar. Üstelik bir süre önce tutukladıklarını yeniden aramıza saldılar. Yani onlar için provokasyon çıkarmak, silahlı güçlerini bunun için kullanmak çok kolay.
Ağrı'da yaşananlara bakıldığında her şey, hiçbir kuşkuya mahal bırakmayacak biçimde, böyle bir provokasyonun denendiğini gösteriyor. Oradaki insanların canlarını feda ederek bunu açığa çıkarıp engellemiş olmaları, tarihte yerini alacak kadar önemli bir tutumdu.
Bundan sonra neler olabilir, barış ve demokrasi yanlıları nasıl bir tutum içinde olmalı?
Dünyanın hiçbir devleti, örgütlü halk gücünden daha güçlü değildir. Bunu "sol bir ajitasyon" olarak yazmıyorum. Demokrasi güçlerinin ısrarlı ve akılcı "inadı" birçok provokasyonu engelleyebilir. Toplum olarak yeniden bir kaos ve çatışma ortamına sürüklenmek istemiyorsak, tüm demokrasi güçlerini, tüm partilerin seçmenlerini, iktidar içinde bulunan aklı selimleri demokratik olarak zorlayıcı, ikna edici bir dil bulmaya, onların savaş yanlısı politikalarının vahametini ve sonuçlarını göstermeye zorunluyuz. Sendikalar, demokratik kitle örgütleri, aydınlar, köşe yazarlarının vicdanını satmamış olanları tam bugün harekete geçmek zorunda.
Toplumsal gelişmelere yerinde ve zamanında uygun yöntemlerle müdahale edilmediğinde, bugün yapmak zorunda olduğunuz şeyi bir süre sonra yapmaya kalkmanız fazla işe yaramayabilir.
Demokratik bir seçim yapılması, 2.5 yıldır süren çatışmasızlığın devam etmesi için bugün direnmeyenlerin, yarın ortaya çıkacak kaostan şikâyet etme hakkı kalmayacaktır.