Ağıt
Her yıl 24 Nisan günü Ermeniler için ağıt yakma törenleri giderek Türkiye’de de etkili olmaya başladı. Bir grup eski Marksist, PKK’lı ve İslamcı diye tanınan bazı kimseler verdikleri ilanlar ile “sırf Ermeni oldukları için, devlet zoruyla yüz binlercesi ölüme, sürgüne gönderildi” denilmektedir.
“Bu Acı Hepimizin” başlığı altında verilen ilanın altına bakıldığında: Aysel Tuğluk, Emine Ayna, Ferhat Tunç, Gülten Kışanak, Murat Bozlak, Osman Baydemir, Özdal Üçer, Pervin Buldan, Sebahat Tunçel gibi PKK’lılıkları kuşku götürmeyecek isimlerin yanında İslami çevreden bilinen: Ahmet Faruk Ünsal, Mehmet Bekaroğlu, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Emrüllah Beytar, Hidayet Şevkatlı Tuksal, Hilal Kaplan ile birlikte eski komünistlerden : Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder, Lale Mansur, Sedat Laçiner, Nabi Yağcı, Ufak Uras’ın adları görülmektedir. Bu çok renkli isimleri bir araya getiren nedir? Kendi iddialarına göre: “Bu ülkenin alnı vicdanı ak insanlar ülkesi olmasını yürekten isteyen herkesi çok gecikmiş bir insanlık görevine davet ediyoruz. 24 Nisan’ın işaret ettiği o ağır suçun, insanlığın asli değerleri temelinde birleşen hepimizin ortak acısı olduğunu ilan etmeye çağırıyoruz.” Görüldüğü gibi oldukça ağır bir suçlamadır. İmzacı isimlere bakıldığında, eski komünistler, PKK’lılar, Liberaller ve İslamcılar diye belki dört ayrı sınıftan oluştukları söylenebilir. Bu dört ayrı sınıfı bir araya getiren, “vicdanlarımızı ve alnımızı bu ağır suçtan” kurtarma isteğidir! İlanın diline dikkat edilirse oldukça peşin hükümlüdür; Bir defa Ermenileri ölüme Osmanlı hükümeti göndermiştir, bu suç kabul edilecektir eğer edilmezse bu ağır suça kabul etmeyenlerde ortak olacaktır.
Bu ilan cümle, cümle düzeltilmeye kalkışırsa geriye bir şey kalır mı? Kalması oldukça şüphelidir. Tarihte bu olayın iddia edildiği şekliye geçtiğine kim karar verecektir? Bilindiği gibi 20 Nisan 1915 tarihinde, Van’ın Vanlı Ermenilerin yardımı ile Ruslar tarafından işgal edilmesi üzerine, pek çok ilde de Ermeni çetelerinin isyan etmesi üzerine Osmanlı Hükümeti ilk tedbir olarak 24 Nisan 1915’te başta İstanbul olmak üzere çeşitli şehirlerde, Ermeni ileri gelenlerinin yaklaşık 2000 kadarını tutuklatır. Bu tutuklama olayından yaklaşık bir hafta sonra ise Tehcir kararı alınır. Tutuklama kararının alındığı tarihin bir “soykırım günü” olarak kabul edilmesi bile başlı başına bir garabet sayılır.
Ermeni tehciri nedeniyle Ermenilerin topluca katledildikleri iddiası, İngiliz İstihbaratının marifetiyle ancak Ağustos 1915’te ortaya atılır. Mondros Mütarekesinden sonra ise İngilizlerin İstanbul’u işgal etmesi üzerine, İstanbul’da tehcir suçlularını araştırmak ve yargılamak üzere “Nemrut Mustafa Paşa” diye bilinen birisinin başkanlığında kurulan özel yetkili bir savaş mahkemesinde, dönemin vali-komutan-bakan-İTC yöneticisi-gazetecisi gibi pek çok kimse yargılanır. Başta Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey olmak üzere üç kişi bu mahkemenin kararı ile idam edilir. Sonra bu mahkemede dava edilen şahısları İngilizler Malta adasına götürerek orada yargılarlar ve hepsini 1921’de delil yetersizliğinden serbest bırakırlar.
Bir İngiliz icadı olan bu iddiaları canla başla sorgulayan Nemrut Mustafa Paşa’nın belli ki Türkiye’de takipçisi olmak isteyen çok sayıda insan bulunmaktadır. Bu yüzden Ermeniler için yakılacak ağıtlarda bu Nemrut Mustafa’nın özel ve saygın bir yeri olmalıdır. 24 Nisan’ı bir ağıt gününe dönüştürmek isteyenler bir defa bu Paşanın hakkını teslim etmelidirler.
Nemrut Mustafa’nın ve İngilizlerin bulamadıkları katliam delillerini yüz yıl sonra kim nasıl bulmuştur? O kadar bulmuşlardır ki, dikkat edilirse Ermenilerin yüz binlercesinin öldürüldüğü kesin bir mahkeme ilamı gibi açıklanmış, sadece o dönemin yöneticileri mahkum edilmekle kalınmamış, günümüzde de bu görüşü kabul etmeyen herkesin alnı ve vicdanı kara olarak ilan edilmiştir. Bütün bir Türk halkı topluca mahkum edilmiştir. Yakın bir zamanda, Fransa’da ve İsviçre’de “Ermeni Soykırımı olmamıştır” diyenler hapisle cezalandırılmaya başlanmıştı. Demek ki Nemrut Mustafa hem Avrupalıları hem de bu ilanın imzacılarını etkilemeye devam etmektedir. Bu imzacıların iddialarını kabul etmediğimiz için hepimiz suçluyuz, vicdanı ve alnı kara olan bu halka nasıl bir yaptırım uygulayacaklarını bir daha ki 24 Nisan ilanında açıklayabilirler.
Halbuki tarihi olaylar kendi şartları içinde ele alınırlar. Tarihte işlendiği iddia edilen bir suç için yüz yıl sonra bir halk nasıl mahkum edilebilir? Oysa tehcir öncesinde yaklaşık yüz yıl süren Ermeni isyanları nedeniyle, ardından 1915 sonu itibarı ile Doğu Anadolu’nun Ruslar tarafından, 1918 sonunda ise Çukurova bölgesinin Fransızlar tarafından işgal edilmesine bağlı olarak geri dönen Ermenilerin buradaki Müslüman çoğunluğa karşı giriştikleri kıyım katliam hakkında bu ilanda bir tek cümle bir tek kelime bile yer almamıştır. Gerçekte Ermenilerle Müslüman çoğunluk arasında geçen yüz yıla yakın bir zamanın olayları karşılıklı bir öldürme, yani mukatele iken bu ilanla tek taraflı bir öldürme yani katliam gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
Kabul etmek gerekir ki, Batılı sömürgeci güçlerin Ermenileri Osmanlılara karşı kışkırtması, isyan ettirmesi, Sevr Antlaşması ile bütün Doğu Anadolu’yu Ermenistan saymaları bir Haçlı dayanışmasıdır. Haçı seferidir. Ermeni ulusalcılarının haksız yersiz ve mesnetsiz iddialarını Haçlılar bu gün bile desteklemektedirler. Osmanlı döneminde Haçlı ittifakına yurt içinde destek olanlar yalnızca Hıristiyan azınlıklardı. Oysa günümüz Türkiye’sinde, Haçlı ittifakına Komünist, PKK’lı, Liberal ve hatta İslamcı kimliği ile tanınan bazı kimselerde gönüllü olarak destek olmaktadırlar. İşin garibi bu Haçlı ittifakına destek olanların içinde Mazlum-Der’in eski ve yeni Genel Başkanı unvanını taşıyan kimselerin de bulunmasıdır. Yüz yıl öncesinde Ermenilerle olan mukatele nedeniyle Ermeni kayıpları kadar Müslümanların da kayıpları acıları olmuştur. Müslümanların kayıplarına, acılarına karşı kayıtsız kalanların vicdanlarında ve alınlarında biriken kir ve pasları, günahları kim nasıl temizleyebilir?
Tarihi olaylar, tarihin şartları içinde ele alınırsa insanlık için bir ibret değeri taşırlar. Yoksa bir tarafın iddialarını yanında haksız ve mesnetsiz bir şekilde mevzilenerek diğer tarafı mahkum etmeğe çalışmak, tarihi bir ibret alanı olmaktan çıkarır bir savaş alanı haline getirir. Belki insanlığın dikkatini işin bu tarafına çekmek için: “Onlar birer Ümmetti gelip geçtiler. Onların kazandığı kedilerinin, sizin kazandığınızda sizindir. Ve siz onların işlediklerinden mesul olacak da değilsiniz” (Bakara 141) bir kural olarak önümüzdedir.
Ermenilere yönelen eleştiriler asla onların ırkları için değildir. Böyle bir şey İslami de insani de değildir. Çünkü hiç kimse, ırkını, cinsiyetini, deri rengini, doğum yerini tarihini seçerek bu dünyaya gelmez. Dolayısı ile eleştiri konusu olan Ermeni ırkı değildir. Ermeniler adına, Doğu Anadolu’yu Ermenistan yapmak için kan döken, terör estiren Hınçak ve Taşnak gibi Ermeni Partileri ve olara destek olan Ermenilerdir. Bu partilerin eylemlerine, taraftarlarına yönelen eleştirileri, doğrudan Ermeni ırkına yönelmiş bir eleştiri ve düşmanlık saymak ise konuyu saptırmaktan başka bir şey değildir.
S E Ç İ L M İ Ş K A Y N A K Ç A
Bilal Şimşir, Ermeni Meselesi 1774-2005, Bilgi Yayınevi, Ankara 2005.
Divan-ı Harb-i Örfi Zabıtları, İttihad ve Terakki’nin Yargılanması 1919-1922, Derleyenler: Vahakn N. Dadrian-Taner Akçam, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2008.
Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınevi, İstanbul 1987.
Halil Ersin Avcı, İngiliz-Ermeni İttifakı, Paraf Yayınları, İstanbul 2010.
Hrant Dink, İki Yakın Halk İki Uzak Komşu, U.H.Dink Vakfı Yayınları, İstanbul 2008.
Kamran Gürün, Ermeni Dosyası, Remzi Kitapevi, İstanbul Tarihsiz.
Mim Kemal Öke, Yüzyılın Kan Davası Ermeni Sorunu 1914-1923, Aksoy Yayıncılık, İstanbul 2000.
M. Sadi Koçaş, Tarihte Ermeniler ve Türk Ermeni İlişkileri, Kastaş Yayınları, İstanbul 1990.
Taner Akçam, Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu, Su Yayınları, İstanbul 2001.
Taner Akçam, Siyasi Kültürümüzde Zulüm ve İşkence, İletişim Yayınları, İstanbul 1995.
Yusuf Hikmet Bayur, Armanians, TTK Yayınları, Ankara 2010.