Adı Üzerinde “Çöp Varili…”
Bilirsiniz şehirlerin en büyük dertlerinden birisi de çöp sorunudur. Bir yerlerde biriktirmesi bir dert… Toplaması bir dert… Ve bir yerlere taşınıp imha edilmesi de başka bir dert...
Ben çöplere şehirlerin kanserleri diyorum. Baş etmesi çok zor…
Geçtiğimiz üç hafta şehircilik üzerine yorumlar yaptık. “Şehirler medeniyet demektir… Önce toplum kendi kurallarını oluşturur… Kurallarını oluştururken de yaşam biçimini… Yaşam felsefesini yani kültürlerini oluşturur dedik.
Kısaca, Şehrin yaşam felsefesi oluşmadan da düzenli ve güzel… Yani yaşanabilir bir şehir yaratılamaz demeye getirdik.
Bir tarihler tavuk çiftliğime bir bakıcı almıştım. Oturduğu lojman ikinci kattı. Bir gün başımın üzerinden bir şeylerin uçuşup üç-beş metre ileriye düştüğünü gördüm. Bir de baktım ki bakıcının hanımı ayıkladığı sebze artıklarını bahçeye doğru “fışıtmıştı”.
Kadına neden böyle yapıyorsun diye sorduğumda umursamadan “havlide gübre olur daa…” dedi. Ben de mutfak penceresinin önü neden devamlı ıslak diye kendi kendime sorup dururdum. Meğer bulaşık sularını da pencereden boca edermiş.
Nitekim oturduğum dairenin tam karşısında üçüncü katta oturan hatce hanım öyle çok tutumlu ve temiz bir kadın ki… Çamaşır sularını biriktirip maşrapayla “faşır-faşır” balonun korkuluklarını siliyor… Artan suları da üçüncü kattan caddeye boca ediyor. Belli ki caddenin de temizliğinden sorumlu tutuyor kendini.
Bizim iş hanında hanım hanımcık bir sekreter var. Çok temiz mi temiz. Her sabah bürosunun kilimlerini iş hanı galerisinden şappak-şappak silkeliyor. İkaz edecek oldum… Adım münafığa çıktı.
Sakın ola ki bu tür davranışlarda bulunanlara hor baktığım zannedilmesin… Huy öyle bir nesilde, iki nesilde çıkmaz ki…
Esas sorun şurada ki… Sonradan gelenlere örnek olabilecek şehirliler yok ortalık yerlerde…
Var olduklarını zanneden zat-ı muhteremlerde Orta Camii kapısında eski fotoğraflara bakıp (yiten sevgiliye ağıt yakar gibi) salya-sümük ağlıyorlar…”Nerede benim eski Ünye’m” diyerek…
A cancağızım vardı da biz mi yok ettik! Hicret edip gittiğin yeleri ne hallere düşürdüğünü cümle âlem biliyor.
Elbette bizlere öncelikle örnek olacaklar yöneticilerimizdir. Onlar değimli ki “bizler sorunların üstesinden pek ala geliriz” diyerek bizden oy istiyorlar.
Ama sıkıntı şurada ki… Bir şehrin de canlı organizmalar gibi ruhlarının olduğunu bilmiyorlar, kavrayamıyorlar.
Elbette öğrenecekler… Lakin hele bir şehirli olabilseler…
Bu işin mevkii, makamla ve hele zekâ ile hiç alakası yok… Olsa Sayın Kaymakamımız Hükümet Binasının önündeki Acı su çeşmesinin önünden midesi kalkmadan geçebilir mi? Kim bilir huyları olduğu üzere belki de arka taraftan dolanıyordur.
Ha sahi çöp varilleri meselesi vardı… Nasıl da unuttuk.
Malum çöp varillerinin korunması ve kullanılması kadar nerelere konulacağı da başka bir sorun. Bir türlü kendilerine huzur içerisinde durabilecekleri bir mekân bulamazlar. Önüne gelen mundar diye iteler, kakalar.
Sonunda Ünye Müze evi gibi veya Atatürk Mahallesi Camisi kapısı ya da Orta Camii duvarı gibi sahipsiz yerlere(!) itelenirler.
Düşünün ki;
Şehirli ve şehir yönetimi olarak en çok sahip çıkılması ve kollanması gereken yerlere istemediğimiz ne varsa tıkıştırıyoruz.
Hemen oradan şehir yönetimine yani belediyeye veryansın etmeyelim. Buna hakkımız yok…
Hadi diyelim ki iş bilmez temizlik işleri çavuşu umursamadı. Mahalleli ne güne duruyor. Kendi evinin önüne konsa dakikası geçmeden veryansın etmez mi? Aslında bu tür mekânların korunması kendi mekânlarımızdan daha önemli ve öncelikli değil mi?
Mahalleli atladı diyelim…
Ünye Müze evini yapan yetkililer ve dahası o inşaatla ilgilenen mimarlar, şehirciler ne güne duruyor. Ya da Caminin müdavimleri, imamları görmezler mi? Ay sektirmeden maaşlarını alan muhtarlar nerede? Bu görüntüden rahatsız olmazlar mı?
Ya işte böyle… Önce meram… Yani kültür… Kısaca asıl ve nesil ilişkisi…