Adaletin Bu mu Dünya?
Adalet, ekmek su ve hava gibidir. Yokluğunda canımız çekilir, ciğerlerimiz parçalanır, titrek ellerimiz başımızda kahroluruz… İçimiz içimizi yer, hücrelerimiz lime lime olur…
Hiç düşündünüz mü toplumsal adaletsizlikler ve bunalımlar neden çıkar? Sizce aynı devlet kimine demokrat, kimine de diktatör olur mu? Olur… Hem de bal gibi olur. “Zıtlar Savaşı” dünyayı sarmış. Kavga, açlık, adaletsizlik, işsizlik, eğitimsizlik her yerde… İşte bunlaradır ezilenlerin mücadelesi… Birinin Ak dediğine diğeri CHP Diyor… Birisi “Dil” istiyor, diğeri sofrasına peynir… Birisi benzinle ful uçuyor caddelerde, diğeri asgari ücretin kıskacında gelen zamlara irkiliyor. Kimisi de “lal” olup dilini yutuyor!...
“Adalet” dedik… Peki, ülke olarak adaletin neresindeyiz? Zıtlar dünyasında herkes kendi adaletinin peşinde… Ortak nokta neresidir?
Önemli davalara bakan hukukçular görevlerinden alınıp başka yerlere tayin ediliyorlar… “Balyoz Davası”sının Hâkimi 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Zafer Başkurt, Gebze’ye atandı. Tayin olan Hâkim, konuya baktığı 20 şüphelinin “Tutuklu kalmalarında sakınca olmadığı yönünde görüş bildirmişti. Ayrıca, bu dava kapsamında tutuklu olan dünyaca ünlü Prof. Dr. Mehmet Haberal’da tahliye edilmedikleri gerekçesiyle bazı hâkimlere dava açıp onları tazminat ödemeye mahkûm ettirmiş, sonrasında da iktidar Devlet Memurlarının ceza almasının önünü kesmek için kanun teklifi vermişti.
Yine Dink’in öldürülmesine bakan Mahkemenin Başkanı’da Sakarya’ya tayin edildi. Zamanı geldiğinde mutlaka hukukçular, kaymakamlar ve devletin memurları bayrağın dalgalandığı her yere tayin olacak… Tayinlerin adaletli olması için ne yapmalı? Önce kendimize sormamız lazım; “Hukukçularımıza güveniyor muyuz? Tabi ki onlarında iç dünyalarında kendilerine göre bir dünya görüşü vardır. Ancak bu görüş, “Hukuk ve Cumhuriyetin İlkeleri”ne ters düşmemeli ve aldığı kararlara yansımamalıdır.
Son zamanlarda kopya skandalı ile tartışılan KPSS Sınavı’nı bile yüzümüze gözümüze bulaştırdık. Kötü niyetliler bundan bile nemalanmak istediler. Ecevit Hükümeti’nin topluma hediyesi olan bu sınavla partizanların devlete sızlamaları, adama göre iş devrinin bittiği ve kadroların şişmesinin önlendiği bir kuraldı. Bakınız binlerce öğretmen adayını bilgisayar ortamında bir tuşla görev yerlerini tespit edebiliyoruz. Ben bu sistemin yargı’da da uygulanmasını istiyorum. Kura ile yapılacak atamaların yargıda şaibeyi de bir nebze olsun ortadan kaldıracağını düşünüyorum. Bu yeter mi? Yetip yetmediği için gelin hukukçuların diğer ülkelerdeki durumunu inceleyerek hem karar verelim hem de fikir üretelim.
Almanya’da hâkimler, Federal Konsey ve Federal Meclis tarafından atanıyor…
Amerika’da hâkimleri devlet başkanı tayin ediyor, ancak yine de kongrenin onaylamasına bağlı,
Finlandiya’da Adalet Bakanı, Devlet Başkanı tarafından atanıyor ve adli yargının iyi bir şekilde işlemesinden, hâkimlerin kanunlara uygun olarak görevlerini yapmalarından sorumlu.
İngiltere’de sınavları çok iyi derecede başarmış bir hukukçunun hâkim olması için önce avukat olması ve 10 yıl bu görevde çalışması gerekiyor. 45 yaşından önce hâkim olarak atanamıyor ve bu ülkede Adalet Bakan’ı da yok. Yargının başı sayılan Lord Chanceller hâkim olmak isteyen avukatların taleplerini değerlendirerek uygun görmesi halinde hâkimlerin görevlerinden azledebiliyor. Fakat 1701 yılından bu yana da bu imkân hiç kullanılmamış.
Evet, yargının en işi şekilde işlemesi için her ülkede farklı işlevler. İktidarların görevi, mutlak gücü elinde bulundurarak yargıyı kendi sistemine göre değil, tüm halkın kabul gördüğü sisteme göre yargıyı rayına oturtup tartışma zemini oluşturmadan var gücüyle halkın önemli sorunlarıyla uğraşmaktır. İktidar yargı üzerinde yalnızca teknik donanım, personel alımı yanı sıra onların özlük haklarını iyileştirmek, ayrıca bina, teçhizat gereksinimlerini sağlayarak yargıyı rahat çalıştırmanın ortamını sağlamayı amaç edinmelidir. Düzenleyeceği yasalarla da halkın tümü üzerinde memnunluk yaratmalıdır. Yani Yasama, Yürütme ve Yargı dediğimiz erkler dengesi tartışma yaratmayacak şekilde yerine oturtulmalıdır.
Yargının bağımsız, gecikmeyen ve herkese eşit adalet dağıtması için “ADALET” konusunu bir kez daha masa yatırmanın ülkemize fayda sağlayacağından hiç kuşkum yoktur. Yoksa “Senin Adaletin, Benim Adaletim” tartışması sürdüğü sürece, ülkemiz dünyada hiç de layık olmadığı yerde anılacaktır.
Ömer Hayyam’ın “Adalet evrenin ruhudur” sözüyle yazımı sonlandırıp, herkese yeni yılda “Adaletli Günler” dilerim.