Adalet Barışın da Temelidir
Mülkün temeline adaleti koymazsanız; mülk edinme hırsı insan kıyımına neden olacaktır. Günümüzde yaşanan vahşetler gibi!
Aslında adaletin imanla da bir ilişki vardır. Ve asrımızda olduğu gibi; İmana yalan karışınca, iman samimiyetini kaybeder. İmanda samimiyet olmayınca da; zalim ve mazlum tanımı şahsi çıkarlara dayalı keyfi ve nefsi olmaya başlar. Durum böyle olunca da; artık herkes “ötekine” kendi çıkarı doğrultusunda zalim veya terörist demeye başlar ve bu yüzden de gerçek zalim ve terörist ıskalanır.
Şayet Müslümanlar kendi coğrafyalarında adaleti sağlamazlarsa ve adalet temelinde bir birliktelik ve barış oluşturmazlarsa, bugün Mescidi Aksa’da yaşananlar yarın başka yerlerde hatta belki de harem bölgesinde de yaşanmaya başlar ve Müslümanlar bunları da sadece barbarlık olarak tanımlayıp sözde kınamalarla geçiştirmeye devam edecekler…
İslam coğrafyasının yegâne çaresi barıştır. Fakat adalet olmayan yerde barış ya olmaz ya da sunî olur. Mülkte olduğu gibi adalet barışın da temeli ve teminatıdır…
Bu bağlamda adil ve Zalim kavramlarını çok iyi anlamamız lazım. Kendi zulmünü görmeyip ötekinin zulmüne küfretmek de zülümdür. Bana göre adaletin; ahlakla da bir ilişkisi vardır. “Ahlaksız” birisinden adil davranmasını beklemek, ne kadar doğrudur? Hep dediğim bir şeydir: Ahlaksız olanları yasalar bağlayamaz, ahlaklı olanlara da yasalar gerekmez. Zira ahlak; bir kitabın cildine benzer. Nasıl ki: “Cilt bozulunca sayfalar dağılır”, ahlak da bozulunca: Ne dirlik kalır toplumda ne de düzen… Düzenin olmadığı yerde adalet ve huzurdan bahsetmek mümkün mü?”
Unutmamalıyız ki biz; "Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." diyen bir peygamberin ümmeti olduğumuzu iddia ediyoruz…
Fakat maalesef Asr-ı Saadetten sonra islam, yaşanmadan hep söz ile anlatıla geldi. İslam yaşanmadan sadece söylemde kaldığı için de İslam âlemi bugün bu tefrika ve zillet içindedir. Ne zaman ki müslümanlar kardeşlik hukukunu bireysel veya ulusal haklara feda etti, İslam âlemi acılara gark oldu.
Bir tarafın hakkını vermek için başkasını mağdur eden adil değildir. Bu bağlamda artık Müslümanların ırkî tasavvur ve mefkûrelerle değil de ümmet anlayışıyla adalet kavramını, adil olma anlayışını ve kardeşlik hukukunu yeniden değerlendirmeleri ve gözden geçirmeleri gerekir…
Adil olmak için öncelikle kinimizin olmaması gerekir. Olmaması esastır, şayet olsa dahi hakkı perdelememelidir. Gelin hep beraber peygamberimizin (s.a.s) getirdiği; “Kendiniz için istediğinizi, mü'min kardeşiniz için de istemedikçe iman etmiş olamazsınız.” prensip ve kriter doğrultusunda kendimizi yeniden gözden geçirelim…
Huzuru, barışı ve en önemlisi de kaybettiğimiz kardeşlik hukukunu tesis edebilecek etken adalettir. Fakat onun da bir ahlakı vardır. Zira aynı bizler gibi Habil ve Kabil de kardeşti. Kardeşliğimizin de onların kardeşliği gibi neticelenmemesi adına o neticeye sebep olan huylardan kaçınmalıyız. Bunlardan arî bir tarzda, sadece bunun edebiyatını yapmak, adil olmaktan uzak olduğu kadar kardeşlik hukukundan da uzaktır…
Adalet denince 1400 yıl geri gidip Hz. Ömere (r.a) sarılıyoruz. Bu demek oluyor ki; yeni Ömerler oluşturmamışız. Ömerler, Aliler, Hüseyinler yetiştirmemiz gerekirken küfelileşen bir toplum haline geldiğimizin farkına varamıyoruz bir türlü ve bu çok acı bir tablo... Bunun için de İslam âlemi olarak yapmamız gereken ilk şey Fatımaları yetiştirmek olacaktır.