Acı Nedir ki?
Çevremde acı çeken insanları görüyorum da… Acıyı bir huy mu edinmişler diye düşünmeden edemiyorum doğrusu.
O kadar kuvvetli gördüğüm, işinde, kariyerinde isim yapmış insanlarbile yaşadıkları bazı anlarla ilgili kabul edemedikleri şeyler yüzünden çok acı çekiyorlar. Ama acının ölçüsünü kaçırarak… Aslında yaşadıkları olayları kabul edemediklerinden, belki de çözmek istedikleri şeyleri kendi istedikleri gibi olmadığı için çözmek istemediklerinden ve çözemediklerinden…
Belki de işlerine öyle mi geliyor ki, ben bazen öyle olduğunu düşünüyorum…
Ya memnunlar hayatlarından isyanları, yakınmaları sahte, şımarıklık, ya da farkında değiller acı çekmekten tuhaf bir mutluluk duyuyorlar.
Bence acı çekmek; hiçbir anlamda bir ayrıcalık, bir soyluluk belirtisi ve ya Yaratanı hatırlatan bir özellik değildir.
Acı çekmek hayvanca, insanı hırpalayan, sıradan, gereksiz ve hava gibi doğal bir şeydir.
Elle tutulmayacak bir şeydir acı… İnsan ne kavrayabilir, ne de karşı çıkabilir, zaman içinde vardır- zamanla aynı şeydir; olmadık zamanlarda insanın karşısına çıkması sadece kendisini izleyen anlarda, insanın son işkence anını yeniden yaşadığı ve bir sonraki nöbeti beklediği sürede acı çeken kimseyi savunmasız bırakmak içindir bence.
Bu nöbetler gerçek anlamda acı değildir, kişiyi gerçek acının süresini, sıkıcı ve bıktırıcı sonsuzluğunu duyuran sinirsel canlılık anlarıdır.
Acı çeken kimse her zaman daha sonraki ve ondan sonraki nöbetin bekleyişi içindedir sanımca!
Çünkü o an, acının onu beklemekten yeğ tutabileceği anda gelir.
O an, insanın boş yere, zamanın akışını kesmek için, bir şey olduğunu hissetmek için, bu hayvanca acının sonsuz etkisini bir an için bozmak amacıyla haykırmasıyla gelir- bu haykırış acıyı daha da korkunçlaştırsa bile…
Ara sıra, ölümün ve cehennemin de böyle zaman ve sonsuzluk içinde değişmeden...
Anlara bölünmeden, bir daha hiç ölmeyecekmiş bir gövdede akan kan gibi durmadan akan bir acı olduğu kuşkusuna kapılıyor demek ki insan.
Ah! Şu kayıtsızlığın gücü! Budur taşlara milyonlarca yıl değişmeden dayanabilme olanağını veren.
Acı, olsa olsa manevi hayatın sıradan bir uzantısı, içimize almadan yaşanıp geçip gitmesine izin vereceğimiz bir parçası olabilir.
Bilinen o ki, Manevi hayat benliğimizin değişmez, sonsuz varlığıdır.
Acıysa, maneviyatta duyulan, tıpkı derinliği ancak fırtına çıktığı zamanda belli olan, hatta o zamanlarda bile belli olması gerekmeyen o deniz üzerindeki dalgalanmalardan başka bir şey olmamalıdır.
Yaşanıp bitirilmeli ve bir daha yaşanmasını önleyemezsek bile derinliği yok edilmeli… Bunun için önemli tedbir de yaşamı her şeyiyle kabul görüp dayanma gücümüzü pekiştirmekle olabilir.
Tıpkı akşam yağan yağmurun gelişi gibi, gök gürlemesiyle ortalığı velveleye vermesi…
Ve göğün patlamış su borusu gibi suyunu boşaltması ve sabaha kadar süreceğini sanırken…
Belki de uykuya dalarken bitmiş olan ve gün ışınınca günlük güneşlik olması gibi olmalı acı.
Sürekliliği yok… Yaşandı bitti.
Sevgiyle Mutlu kalın.
Sevgili Maide Abla,
Haziran 19th, 2009 at 02:03Acı, çekildikçe çoğalan,bir su damlasının su yüzeyine düşmüş halidir.Halka halka olup çoğalabilen... Acı, bir yaşam felsefesidir,demlenmeyi seven bir insan için,demlendikçe demlenebilen... Acı, bir makarna sosudur,kızıllığında bakıldıkça renklenebilen... Acı,sevgide sevgiliyi aramaktır, onun aramasına izin vermeden... Acı,tatlının farkına varmaktır,yaşatırken kendini sana özlettirmeden... Acı, güzellerin raksıdır, sevglinin seninle dansıdır...Aşkım dedirtmeden tatlının özüne ulaşmaya çalışmaktır sevgiye sebep aramadan... Acı, insansa eğer,yaşatılan yüreklerde sevgiliyi tanımaktır, arı duru olarak... Yüreğine ve yüreğindeki engin sıcaklığa yelken açmak isteyişimle ve özlemle seni öpüyorum...
Acı paylaşıldıkça azalır.Sevgi paylaşıldıkça çoğalır.
Haziran 20th, 2009 at 15:25