Abluka Altında Bir Soluk
Üyesi olmaktan mutluluk ve bir o kadar da sorumluluk duyduğum basın dünyamızın genelinde yaşanmakta olanların çığrından çıktığı malum….
Hatta; halkın dördüncü kuvvetinin, ‘İktidara teslim olma, güç otoritelerini yücelterek var olma, iyi bir hayat yaşamak için eşiyle dostuyla yolunu bulma’ meraklıları tarafından kuşatıldığı gerçeğini bizzatihi yaşamış bulunmaktayım.
Uzun süre çalıştığım Milliyet Gazetesi’ndeki gazeteci kıyımı hala sürüyor…. Haliyle bir umutsuzluk çöküyor üzerinize… AVM, plaza, arazi, ihale, ‘kentsel dönüşüm’ adıyla iktidar ilişkileri ile örülü kamu kaynaklarını ranta dönüştürme hevesleri etrafı sarmış ve ‘ demokrasi anlayışı’ da bu beklentilere göre fırıl fırıl değişirken sizin de başınız dönüyor. Yıllardır hazırladığım ekonomi sayfaları yerelde, ya basın bültenleri ile dolmakta ya da hangi işadamı hangi yatı kullanıyor, gittiği restoranlarda ne yiyor türünden magazin yağına batırılıp kızartılmakta... Gittikçe zehirlenen medya sularında hakkıyla yol almaya çalışan arkadaşlarımın ne çileler çektiğini biliyorum.
Benim için ‘Alan memnun satan memnun, özellikle yerelden sen ne yazsan havada kalıyor” karamsarlığı ile rotayı kırmak gerekiyordu. Kırdım. Yaşanan sürecin biraz dışında kalmak, programını yaparak gerisine karışmamak üzere şu sıralar görsel medya sularına pek istekli dalmaktayım. Sonu nereye varacak, nereye kadar gidebileceğiz artık kısmet.
***
Ve bu arada… İzmir’de türlü imkansızlıklarla mücadele ederek, yılların hayali ‘Gazetecilerin Gazetesi’ Dokuz Eylül Gazetesi’ni hayata geçiren Sevgili Başkan Atilla Sertel kalemimden tutarak çekiştirene kadar uzaklaşabildim yazılı basından. “Haydi bakalım köşe yazılarına başlıyorsun…” Kayıp Balık Memo misali denediğim kaçış yolları Sertel’i kesmedi, hatta birkaç ülkeye gidiş gelişlerin de sonu gelecekti ve geldi.
Yazmaya değer bir mecra elbette önemli lakin, farklı esen rüzgarlar, tüm karamsarlıkların içinde umut veren değişimler de var. Gezi olayları sadece romantik, doğasever itirazlar ya da uzaktan kumandalı üç-beş çapulcunun(!) başkaldırışı değil elbette. İnsanlarımızın hızla sürüklenmeye çalışıldığı ‘Devasa plazalar, AVM’ler tatlı kazanç beklentileriyle dolu oluşturulmaya çalışılan yeni Türkiye’de eşitsizliklere, adaletsizliklere, ayrımcılığa itirazların sandığımız kadar az olmadığını görmekti benim açımdan asıl etkileyici olan… Hele o başlarını sanal dünyadan kaldırmaz oradan rantsal dünyaya atlarlar dediğimiz gençler… Yaşamak direnmekti, hatırladık…
***
Unutmam. Sol partiye mensup bir belediye başkanımıza bir gün, ‘kentin meydanlara, merkezi yerlerde ortak kullanım alanlarına, sergilere görkemli müzelere ihtiyaçı var’ demiş, birkaç yer önermiştim. “Bir de ekonomi gazetecisi olacaksın, o alanların metrekaresi kaç para, hesap yapmıyor musun” diyerek kallavi fırçayı yemiştim. “İnsana, yaşadığı ortama, doğaya değer veren bir anlayışın planlı bir endüstiriyel büyüme” ile çakışmayacağını anlatırdım elbet ama dinleyecek hali yoktu Başkan’ın, pek meşguldü. O gün umutsuzluğu dibine kadar hissettim. Ama şimdi… Gencecik bedenlerin ‘tomalara, komalara, ölümlere’ direnerek “dur” diye haykırmaları bana da ‘kaldır sevgili kolunu’ dedirtmez mi? Velhasıl kelam beni tertemiz çarşaflarıyla ana evine gelmiş hissine büründüren Dokuz Eylül Gazetesi’nde haftada iki gün buluşacağız siz okurlarla… Yirmi dört yıllık basın mensubuyum (İlkokulda mikrofonla başladım diyerek daha genç bir imaj mı çizsem, hakikatten çok olmuş!), yaklaşık onbeş yıldır da ekonomi üzerine yazarım.
Ekonomi iyidir, paranın da, düzenin de, insanın da sahtesini erken öğretir size.. Basın dünyasında biz birbirimizi biliriz, ancak inanıyorum ki, Dokuz Eylül Gazetesi, kafasını sağa sola, o köşeye bu direğe, şu reklam verene çarpmadan, kendi siyasi politik görüşünü dikte ettirme sevdasına dalmadan yılların tecrübeleriyle demlenmiş, gazetecilik kokusuna özlem duyan çoğunluğun da gazetesi olacaktır. Bu nedenle tanımayanlarla fikri olarak tanışalım istedim, sanırım ilk yazı için bu kadarı yeterli. Ben hakikatten memnun oldum….
'VOB’UN ADI BİLE KALMADI
Vadeli İşlemler ve Opsiyon Borsası’nın (VOB) tarihi yaklaşık 20 yıl öncesine dayanır ama neredeyse 15 yılı kuruluş mücadelesidir. İzmir VOB’un kurulması için hakikatten büyük bir çaba harcadı. Hasan Özmen’den Tuğrul Yemişçi’ye, Işınsu Kestelli dönemlerine kadar tartışmalar, çekişmeler az malzeme çıkmadı biz gazetecilere.
Ardından VOB’un İstanbul’a kaydırılarak İMKB ile birleştirileceğine yönelik duyumlar çoğaldıkça yine büyük bir mücadele verdi İzmirliler. Ama Ankara’nın ortaya koyduğu formül katıydı. İMKB’nin yapısı Borsa İstanbul (BİST) olarak değiştirildi ve VOB’un tüm vadeli işlem ve opsiyon kontratları “Vadeli İşlemler Opsiyon Piyasaları”na (VİOP) aktarıldı. Geçtiğimiz Cuma, BİST Başkanı İbrahim Turhan, İzmir’de basın toplantısı yaparak bu şekilde dünya piyasalarında hızlı yol alacaklarını açıklarken, gözlerimin önünden satır başlarıyla geçiyordu 20 yıl… Ve VOB yalnızca ‘Borsa İstanbul’un içinde bir piyasa. Adı bile değişti, artık VİOP… Yıllardır VOB’u bünyesine katmak için çabalayan İMKB yapısı bu yeni formülle geçmişten iz bırakmak istemiyor sanki... İzmirli çalışanların çoğu da tazminatlarını alarak işten ayrıldı. Özetle İzmir’in gözbebeği kuruluşu VOB , artık tümüyle tarih… Bir zamanlar kurduğu Egebank, Tütünbank, Egsbank, Yaşarbank gibi bankalarıyla ‘finans sektöründe ben de varım’ diyen İzmir elindeki tek finans gücünü de kaybetti velhasıl. Doğru oldu,yanlış oldu diye tartışmanın yararı yok.
Gerçek şu ki, İzmir’de simgesel bir şube ya da benzeri bir bağlantı dahi kalmayacak. Ve dile kolay 20 yıllık bir mücadele ve büyük bir başarı sadece bir avuç insanın hafızalarından ekonomi tarihine gömülecek…