Abdullah DEMİRBAŞ Yaşatılmalı
Küçük gibi görünen kimi jestler başka hiçbir şeye vesile olmasa da, bir insanın yaşamına sağlıklı devam etmesine sebep oluyor ise, o jesti esirgememek lazım. Zira yaşam hakkı kutsal, devletin insanını sağlıklı yaşatması da uygar bir ülkede her insanın en temel ve vazgeçilmez hakkıdır.
Yaşamıyla ilgili söz konusu edeceğimiz kişi ve buna bağlı durum, hem bir insanın yaşama hakkı ve hem de büyük bir yangını söndürmeye vesile, başlangıç olabilecek nitelikte ve değerde. Dedik ya bu jest başka hiçbir güzelliğe katkı sunmasa da bir insanın yaşamını (sağlıklı) sürdürmesi açısında son derece gereklidir.
Zaten,
Bir toplumda, bir devlette, bir dünyada insanın yaşama hakkının önüne -her ne ve her ne sebeple olur ise olsun- başka bir şey geçiyorsa orada insanlıktan, hak-hukuktan, kardeşlikten, huzurdan, barıştan ve adaletten söz etmek beyhudedir.
Bundan yaklaşık iki yıl kadar önceydi. Bir gazetede siyasi mahkûmlardan birinin kansere yakalandığını ve tedavisinin olumlu cevap vermesi için “temiz havanın bulunduğu ortamda kalması gerektiği” haberini okumuştum. Biraz araştırdıktan sonra siyasi mahkûmun, silahlı sol bir örgüt üyesi Güler ZERE adında kadın bir mahkûm olduğunu öğrendim. Güler ZERE henüz doktorların tavsiye, hatta tedavisi için şart olduğunu öne sürdükleri temiz havalı ortama kavuşmadığını öğrendiğimde “aman Allah’ım” dediğimi çok iyi hatırlıyorum. Zira bir ülke, insanın en temel hakkı olan yaşama hakkını vatandaşına çok görüyorsa o ülkeden hiçbir hayır gelmez. Velev ki o mahkûm başkasının canına kıymış/teşebbüste bulunmuşsa da…
Tam da o günlerde Sayın başbakanın çok anlamlı konuşmasını dinlemiştim. Hepimize “işte bu!” dedirten o muhteşem konuşmasında;
14 şahsiyetten[1] bahsederek “bunlar olmazsa Türkiye eksik kalır, … noksan kalır” demişlerdi. Ben de bundan hareketle –inanç ve dünya görüşü olarak çok farklı olsak da- “GÜLER ZERE ÖLÜRSE TÜRKİYE EKSİK KALIR” başlıklı bir yazı kaleme almıştım.
Yazıda;
“Eğer ZERE tedavi sonrası gelip teslim olmaz, kalan cezasını çekmez ise ben yerine yatmaya söz veriyorum” demiştim ve aynı yazıyı sayın cumhurbaşkanımıza da göndermiştim. Allah var, çok kısa bir süre sonra bana “söz konusu şahısla ilgili başvuru beklendiği, başvurunun gelmesi halinde değerlendirileceği” bilgisi ulaştırıldı ve öyle de oldu. Güler ZERE serbest kaldı ama maalesef kısa süre sonra hayata veda etti.
Şimdi benzer bir durum Diyarbakır Sur ilçesi Belediye Başkanı Abdullah DEMİRBAŞ için geçerli. Sayın DEMİRBAŞ, “tıbbi adı ‘Herediter Derin Ven Trombozu’ olan bir dertten muzdarip; bu hastalık bazı damarlarda kanın koyulaşıp pıhtılaşmasına, dolayısıyla damarların tıkanmasına sebep oluyor. Demirbaş'ın "pıhtılaşmayı önleyici" bir ilaç (Pradaxa) kullanması gerekiyor, fakat bu ilacın kullanılabilmesi için birtakım genetik testlerin yapılması lazım ve o testler Türkiye'de yapılamıyor.”
Türkiye’de yapılamayacak testin yapılacak ülkesi ve klinikte bulunuyor;
“İstanbul Çapa Tıp Fakültesi'nden aldığı heyet raporu üzerine Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Mayo Klinik ile temasa geçen Demirbaş buradan olumlu yanıt aldı ve zaman geçirmeden Minesota'daki Mayo Klinik'e yatışı istendi. Ancak, Mahkemenin yurtdışı yasağı nedeniyle vize alamayan Demirbaş, hastane raporlarıyla birlikte dört kez başvurduğu Diyarbakır 4. ve 6. Ağır Ceza mahkemelerinden olumsuz yanıt aldı.[2]”
Evet, durum bu; Türk’ü-Kürd’yle çok öldük, çok öldürüldük, çok acı yaşadık. Ocağını söndürdüğümüz o kadar çok aile var ki akla ziyan. Yetim bıraktığımız on binlerce çocuk, dul kalan bacılarımızın haddi hesabı yok. Ya yüreğini yaktığımız anneler? Binlerce…
Ne olurdu sanki Abdullah DEMİRTAŞ tedavisini yurt dışında yapsa?
Dönmeyecek mi?
Ölsün daha mı iyi?
Yurt dışından dönmezse ne olur?
Gidip de dönmeyen on binler yok mu?
Türkiye aleyhinde propaganda mı yapacak? Orada olup da bunu yapan binlerce insan yok mu?... Soruları çoğalttıkça çoğaltabilirsiniz.
Burada mahkeme heyetine dokundurmak istemiyorum. Eğer maksat bağcıyı dövmek olsa mesela “Kürtçe’nin kardeşlerinin dili olduğunu bilmeyen mahkeme heyeti hastalıkla, raporla, tedavisiyle ilgili ne bilsin” diyecektim. Gerçekten anlaşılmaz bir durum;
Abdullah DEMİRBAŞ hasta mı, evet hasta,
Mahkemeye hastaneden, hem de üniversiteden hastalığı ile ilgili belgeleri/raporları sunuyor mu, sunuyor. O halde tedavisini uygun bir yerde yapmasına ne mani olsun ki?
Derdimiz, çabamız yaşatmaya hatta en huzurlu ve mutlu bir şeklide yaşatmaya yönelik olması lazım. Ölüm zaten kaçınılmaz bir son; neden daha acı verici ve g/ayrılaştıran bir son/ölüm için bütün gücümüzü seferber edelim ki?
İnancım o dur ki hiçbir insan kendi geleceği, hakkı için veya başka bir sebeple asla diğer birilerinin canına kast etmemelidir. Kimsenin hakkı/hakları başkalarının yaşama hakkından daha değerli olmamalıdır. Bunu bugüne kadar yaşama hakkına kast eden herkes ve her kesim, her örgüt ve her devlet için söylüyorum. Bütün çözümlerin öldürmeden sağlanmasının bin bir yolu vardır. Biraz meşakkatli, biraz ağır olsa da şiddetsiz behemehâl çözülecek bir sorun için öldürmeyi çözüme çare olarak görmek vicdani ve makul olmadığı gibi asla bir hak da değildir.
Bakın, Kerbela’lardayız.
Muharrem ayındayız, O’na ve yaranına selam olsun İmam Hüseyn ve Resul-i Ekrem’in (SAV) Ehl-i Beyti’nin Yezid’in askerleri tarafından şehadetlerinin yeniden en acısıyla anma günlerindeyiz. Bu günlerin hürmetine adil bir kardeşliği birbirimize çok görmeden hayırlı bir adım daha atalım, ne olur?
Hep beraber, elbirliği, güç birliği yaparak, insanımızın hak ve hukukunu ve en başta da yaşama hakkını savunalım. Bizim bunu sağlamaya hem imkânımız ve hem de geçmişten gelen çok ciddi ve köklü değerlerimiz bulunmaktadır.
Gelin,
Ölüm istemeyelim, ölümleri engelleyelim, öldürmelere karşı duralım. Bakınız ben size çok yakınlarda meydana gelen Van depreminden alınabilecek ve kısmen de aldığım mesajı arz edeyim.
İnancıma göre (adına inanmayan tabiat desin, inanan tabiata da tabiat tab’ eden Allah cc. desin) diyor ki bu depremle;
“Sizler aymazlığınız yüzünden son 4 ayda 200 insan öldürdünüz. Ölüm mü istiyorsunuz? Alın size 45 saniyede yüzlerce ölü(m). Bu ölümleri durdurmazsanız felaketler daha da büyüyerek gelecek, yeryüzünde hiçbir savaş birkaç saniyelik felaketten daha çok can alamaz”
Evet, istediğimiz ölüm ise, ya da ölümlerin önüne geçmez isek felaketlerin daha büyüğü ile karşılaşmamız kaçınılmazdır.
Tam da bunun için Abdullah DEMİRBAŞ’ın yaşaması için gayret hepimizin boynunun borcudur. Zira Sayın DEMİRBAŞ bir vesile oluşturabilecek şahsiyettir. Olmasa mı? Yukarıda belirtmiştik; Abdullah Bey yaşayacak ya, daha ne olsun? Henüz 16 yaşında dağa çıkan çocuğuna yüreği yanan annenin bir de eşinden dolayı evini yıkmayalım.
Gelin gönüller alalım, evleri mamur hale getirelim ki asırlarca dünyaya örnek olan Türk-Kürt kardeşliğinin yanı sıra bir de sorunu çözmede örnek olalım.
Burada yargı Sayın DEMİRBAŞ’ın tedavisine imkân tanımalı ve yurt dışına çıkmasına izin vermelidir. Yargı bu izni vererek yasalarla, hukukla ters düşmez. İnadi bir yorumla yargı, ne hukukun üstünlüğünü ve ne de ülkeyi kurtarır. Hukukun vatandaşın sağlığını göz ardı ettiği nerede görülmüş, eğer “hukukun üstünlüğüne” inanmış bir devletsek?
Yok, eğer yargı “defans” uygulamaya devam ederse burada Sayın Cumhurbaşkanımızın devreye girmesini istiyoruz. Sayın GÜL’ün sağduyusu bu ülkeyi yeniden kardeş kıldı ve kılmaya devam edecek. Tıpkı Güler ZERE olayında olduğu gibi yapsa ve gecikmeden, ne güzel olur... DEMİRBAŞ tedavisini yapıp dönecektir. Onunla bu konuyu konuşmadım, herhangi bir taahhüt almadım, ama dönmez ise, yani Abdullah DEMİRBAŞ yurt dışında tedavisi için izin verilir ve o da tedavisini tamamlayıp dönmezse bütün dünya, ins-u cin şahit olsun ki onun yerine ben hapis yatmaya hazırım. Benim siyasi rakibim olan Abdullah DEMİRBAŞ’la dünya görüşümüz oldukça farklı olsa da (ki tanıyanlar beni “İslamcı, muhafazakâr demokrat, müslüman aydın” olarak tanımlasalar da ben kendimi “sorumluluğunun bilincinde Müslüman/insan” olarak ifade ediyorum) o bir insan, bir baba, o bir kentin seçilmişi…
Evet, o dönüp yurda dönmez ise -söz bir Allah bir- onun yerine ben cezası olacaksa çekmeye hazırım. Sayın savcılar, yargıçlar da bu sözlerimi yasal bir teminat, hukuki bir belge olarak alıp günü geldiğinde gerekli işlemi yapsınlar.
Yardım edelim kendimize, geleceğimize katkı sunalım. Bir insanın hayatına verdiğimiz önemi gösterelim.
Ne olur? Bu fırsatı kaçırmayalım, insanın yaşamasına verdiğimiz ehemmiyeti her fırsatta olduğu gibi bu olayda da gösterelim ve Sayın DEMİRBAŞ’ın yurtdışına gidip tedavi olmasına hep beraber yardım edelim.
Etmezsek mi?
Hz. Mevlana ne buyurmuştu; “etme”yelim…