AB nin Yaptığı İkiyüzlülük!
Bazı Avrupa ülkeleri, AB’yi ‘Hıristiyan kulübü’ yapmak hülyasıyla, halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’nin üyeliğini istemiyor
Türkiye’nin, Gümrük Birliği’ne yeni katılacak olan 10 ülkeyle ilgili genişletilmiş ek protokolü imzalaması, ancak bu imzanın Güney Kıbrıs’ı tanımak anlamına gelmediğini, Türk liman ve havaalanlarının Rumlara açılmasının mümkün olamayacağını bir deklarasyonla duyurmasının ardından, Avrupa’dan gelen haksız tepkiler, AB’ye dahil bazı devletlerin, çağdaş, barışçıl ve evrensel değerler manzumesiyle değil, arkaik ve anakronik birtakım kültürel önyargılarla hareket edebileceğini yine gösterdi.
Bilinçaltındaki şovenizm
Hükümet ve diplomatlarımız, başta Fransa olmak üzere birçok AB üyesi devletin, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin başlanmasına ilişkin politikalarında önyargılı hareket ettiğinde görüş birliği içinde. Türkiye, kültürel ayrımcılıktan beslenen birtakım küçük taktik hesapların, korku ve önyargıların mağduru yapılmak isteniyor.
3 Ekim’de başlayacak müzakereler için Türkiye’nin yerine getirmesi gereken hususlara ilişkin ek taleplerin hepsi haksızdır; üstelik bir çok AB üyesi bunlara yönelik politikalarında çoğu defa samimi olmadığı gibi, yapıcı ve teşvik edici de değildir.
Asyalı Müslüman Türklerin Avrupa medeniyetine ait olmadığından tam üye olamayacağını’ söyleyerek, 21. yüzyılda bile şovenist bilinçaltına sahip olduklarını faş eden ve Türkiye’nin müzakerelere başlamasını engellemek için Ermeni sorunu ve Güney Kıbrıs’ın tanınması meselesine sarılanların, Alman filozof Kant’ın, ‘kendi amacına ulaşmak için başka bir şeyi kullanmanın en büyük ahlaksızlık olduğuna’ dair sözlerini iyi anımsamalarında fayda var. Üstelik, vaktiyle eski Harvard’lı tarih profesörü Toynbee’nin ‘Medeniyet Yargılanıyor’ adlı eserinde de ortaya konulduğu üzere, Hıristiyan ve İslam medeniyetlerinin Suriye medeniyetinin çocukları olduğu gerçeğini görmezden gelip, Türkiye’yi ötekileştirerek, medeniyet dersi verme gayretkeşliği içerisinde bulunanların, öncelikle iddia ettikleri kendi medeniyet değerlerine vâkıf olmalıdır.
İnandırıcılıkları kayboluyor
Türkiye’nin devrim niteliğindeki reformlarıyla, Kıbrıs ve Türk-Yunan sorunlarının çözümüne yönelik yapıcı tutumunu görmemekte ısrar eden Avrupalı devletlerin, öne sürdükleri yeni koşullarla, ahde vefa ilkesini çiğneyerek, dünya kamuoyu vicdanında inandırıcılığını kaybettiklerini artık görmeli.
Başta Fransa olmak üzere Alman Hıristiyan Demokratları ile Avusturya ve Hollanda’nın hakkaniyetle bağdaştırılması imkânsız bu ayrımcı taleplerine karşı, Türkiye’nin haklı ve onurlu tepkisini ortaya koyması, hem de bunu yaparken üslubuna dikkat ederek ölçülü bir şekilde hareket etmesi gerekiyor. Çünkü, 10 yıl sonraki tam üyelik hedefine ulaşmamız gerçekleşmese dahi, AB sürecinin ekonomik ve siyasi açılardan ulusal kalkınmamıza sağlayacağı olumlu etkilerden yararlanmayı bilmeliyiz.
Bu nedenle akılcı ve onurlu bir politika izlenmeli. Başbakan Erdoğan’ın, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın verdiği olumsuz demeçten duyduğu üzüntüyü dile getirmek suretiyle, 3 Ekim müzakere süreciyle ilgili olarak Türkiye’nin yeni şart düşünme ve konuşmasının söz konusu olamayacağına dair yaptığı kesin vurgu, ulusal kararlılığımızı göstermesi açısından isabetli oldu.
Türkiye, 1987′de, Avrupa Topluluğu’ nu doğuran Roma Antlaşması’nın, Demokrasiyle idare edilen her Avrupalı devlet topluluğa katılmayı isteyebilir’ düzenlemesine dayanarak AB’ye tam üyelik için müracaatta bulunmuş ve bu yolla 1959′da yapmış olduğu ilk tam üyelik başvurusuna yönelik, ‘Türkiye’ nin henüz ekonomik açıdan hazır olmadığı’na dair Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun aleyhte tezini çürütmüştür.
Roma Antlaşması, Ankara Anlaşması’ndan farklı olarak, Türkiye’nin ‘tam üyeliği’ni, bütün şartlara uygun özelliklere sahip olması kaydıyla, bir olanak değil, mutlak bir hak olarak nitelemiştir. Bu gerçeklere karşın, bazı Avrupa ülkeleri, halkının büyük kısmı Müslüman olan Türkiye’nin, AB ile müzakerelere başlamasına, birliği bir ‘Hıristiyan kulübü’ haline getirmek hülyasıyla karşı çıkıyor. Bu hülyanın müzmin müdavimleri Avrupalı ve özellikle Alman Hıristiyan Demokratların, kültürel ayrımcılık temeline dayalı argümanların, AB’nin temelinde yatan seküler değerler manzumesine zıt olduğunu iyi bilmesi gerekiyor.
Eşitlik istiyoruz
Zira AB, İkinci Dünya Savaşı’nın acı tecrübeleri ışığında etnik, dini ve ulusal esaslara dayalı ayrımcılığı esas alan faşist zihniyetin bir daha kıtada söz sahibi olmaması için doğmuş, insanlık tarihinin en büyük barış projesidir. Türkiye’yi kültürel ayrımcılığa tabi tutmadan, diğer ülkelerle eşit ve nesnel kriterler ışığında değerlendirme olgunluğunu gösteriniz. Kısaca sizden istediğimiz, medeni bir ülkeye yakışır şekilde verdiğiniz sözü tutarak, Türkiye’nin sadece hak ettiğini almasına katlanma basiret ve dirayetini göstermenizdir. İnsan hakları, demokrasi, hukuk devleti ve liberalizm gibi kültürel açıdan ortak ve nötr değerler, prensipler ve çıkarlar üzerine kurulu bir AB’nin aydınlık yüzünün, dini, etnik ya da kültürel ayrımcılık üzerine bina edilmiş militarist ve emperyalist, karanlık yüzüne galebe çalmasında herkesin yararı bulunduğu gerçeğini gözden uzak tutmayınız.
Not: Bu yazı ilk defa, Radikal, 5 Eylül 2005 te Radikal de yayınlanmıştır.
(Bu yazı toplamda 41, bugün ise 0 kez okunmuş./backup)