AB Kriterleri Ve Yeni Anayasa Süreci
Anayasa süreci ve sonrası belli ki çok baş ağrıtacak. Öyle ki, laikliğin yeni anayasa içerisinde olmayacağı tartışmaları Atatürk ve Türk milleti kavramlarının adının dahi geçmeyeceği korkusu, neredeyse Sevr anlaşmasının işgalsiz versiyonu olabileceği ihtimalini taşıyan yeni Anayasa birilerinin ekmeğine yağ sürmeyi mi amaçlıyor? Ab yolunda yapılan reformların devamı niteliğinde olan, ancak Ab yolundan sapılacağı veya vazgeçileceği olasılığı hesaplandığında atılan adımlar bir hayli tehlikeli. Biliyoruz ki Ab, bizleri almak konusunda pek fazla istekli değil. İngiltere'nin dahi 2015 yılında Ab üyeliğini sorgulayan referanduruma gidilebileceğini iddia eden bir lideri var. Demek ki birlik çatırdamaya başladı ve fonksiyonları kısmen felç oldu.
Benim gördüğüm kadarıyla Ab 10 yıl içerisinde ve devamı gelen süreçte, bizleri almama sebebi olarak gösterdiğimiz Hristiyan Klubü tarzı ifadelerimiz sıfatına layıkıyla oturacak. Almanya, Fransa, Hollanda ve Avusturya gibi ülkelerin hazırlayacağı yeni kanunlarla kabuklarına çekileceği olan biteni seyredecekleri aşikar. Öyle ki, yüzünü hiçbir zaman olmadığı kadar çevirmesi gerektiği Türkiye ve Ortadoğu'ya isteksiz yaklaşarak kendi sonunu kendi küçülmesini kendi hazırlıyor. Elde ettiği göçlerin kendine yeteceğini düşünen bu ülkeler, yetmeyeceğini düşündükleri anda örneğin Mali'ye bir operasyon yaparak oradaki Afrikalı kardeşleri kendi ülkelerine getirerek işçi, futbolcu hatta rapçi olarak kullanabilirler. Bu potansiyeli iyi biliyorlar. Her ne kadar onları adam yerine koymayıp Banliyölere hapis eden bir zihniyetleri olsa da. Almanya'ya geldiğimizde şu an gördükleri Alman'ın bile iş bulamadığı Türk ve Polonya'lı göçmenlerden dolayı Nazi zihniyetinin dahi hortlamasıdır. Avrupa'nın en büyük sanayisi, dünyanın önde gelen sanayilerinden biri durumunda olan Almanya sanırım işçi konusunda doygun durumda. Hayata geçirecekleri nüfus politikaları vs var sanırım. Öyle ki tavırları bunu gösteriyor. Hollanda ve Avusturya'dan bahsetmek istemiyorum. Malum Viyana korkusu beylerde hat safhada. Bakmayın askeri konulardaki atacaklarını iddia ettikleri esnek adımlara her an teyakkuzda olacaklar. Hollanda'lıların da bizleri sevmesi zaten beklenemez. Anlayacağınız AB yakın gelecekte birçok ülkenin üyelikten ayrıldığı saydığımız birkaç ülke dışında kimsenin rağbet etmediği bir birlik olarak hayatına devam edecektir.
Yetmiş beş milyon nüfusumuzla birliğe girerek, onların efendisi olabileceğimizi iddia eden, belki de bunu bilerek halka aşılayan birilerinin olduğu aşikar. Ab bizi almayacak benim öngörüm bu. Sadece yaptıkları, içerideki dinamikleri ve şu an ki siyasi karmaşıklığın verdiği güvenle olan biteni izlemek ve tamamiyle giremeyeceğimiz bir noktada ilişkilerin imkansız hale geldiğini açıklayacakları anı kollamaktır. Avrupa'lı ülkeler, hiçbir anlamda bize güvenmeyen bizleri karalamak adına tarihten beri ellerinden geleni yaptıkları anlaşmalı medeniyetlerdir. Öyle ki filmlerinde, belgesellerinde bile Kapalıçarşı'dan çıkmayan, İstanbul'da Hintli kılıklı insanların flütle yılan oynattıkları düşüncesini dünyaya pazarlamış kişilerdir. Oysa ki bir çoğu Kuşadası, Bodrum ve Antalya gibi yerleri çok iyi bilen İstanbul'a geldiklerinde ilk gittikleri yerin boğazın ünlü gece klüplerinin olduğu gayet bilinci açık kişiler. Suç onlarda değil onları yönlendiren kitlelerde. Neyse konumuzdan kopmayalım. İşte böylesi riyakar ve samimiyetten uzak bir toplumla bütünleşmeye çalışmamız, onlardan uzak durarak "Siz bizi almadınız, reformlardan vazgeçtik laiklik kalksın" boyutundan daha çekilir niteliktedir. Ve şu anda yürütülen reform politikaları giderek taviz verici ve birtakım odakların çıkarına hizmet eden bir yola doğru gitmektedir.
Güneydoğu meselesine, ülkede görmekte rahatsız oldukları milliyetçi ve ulusal kesimi zayıflatmak adına tavizkar yaklaşan bir zihniyet varsa bunu nefretle kınıyorum. Ya da içinde böyle bir düşünce barındırıyor olan varsa. Barış istiyoruz diyorlarsa ve bunu samimi söylüyorlarsa sorun yok. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez anlayışıyla hareket etmek, elindeki çiftliği kaybetmeye bile yol açabilecek kadar riskli. Milli kimliklerin tartışılma konusu olduğu, özgürlük adı altında bizlerden taviz ve cömertlik bekledikleri bir süreçteyiz. Bu cömert yaklaşımın beklentisi içerisinde olan kesimleri üstte belirttim. Bir yandan terörle müzakere etmem diyen, diğer yandan birtakım güçlerin baskısıyla çözümü İmralı'ya bağlayan düşünce tutarsız yaklaşımların ürünüdür. Ancak ve ancak cahil ve yönlendirilmeye alışmış toplumların sindirebileceği bir gerçektir. Ve biz de bu ürünü ister istemez sindirmek zorunda kalıyoruz. Abd ve Ab gibi oluşumların çıkarları doğrultusunda yaptıkları baskı sonucu bu sonuca ulaşıyoruz.. Bütün bu olumsuz gelişmelerin dışında belki de son günlerde içimizi az da olsa ferahlatan konu teröre verilen mali desteğin ayrıntılı şekilde inceleneceği, finansmanın kesilmesi yolunda büyük adımlar atılacağı yönündeki kararlı duruşdu. Umarım büyük adımlar atılır. Ab fonlarından Güneydoğu ve özellikle Diyarbakır'a yapılan mali yardımlar adresini buldu mu yoksa bulmadı mı bundan sonra sanırım daha ayrıntılı şekilde incelenecek. Öyle ki bu paraların şehirdeki hizmete yönelik kullanıldığını ifade eden pek insan yok ortalıkta, şehri yönetenlere destek verenlerin dışında.
Dediğimiz gibi umarım Ab sevdası ve ideolojik saplantılarımız sebebiyle, Ab kriterlerini rant unsuru görmez, Türkiye çıkarına ne uygunsa ona göre hareket etmeye devam ederiz.. Öyle ki bu süreç, inanın ki bizlerden çok dış ülkelerin yakından takip ettiği " Acaba Nasıl Yıpratırız, Nasıl birşeyler koparırız" diye düşündükleri bir zeminde. Şunu da ifade etmeliyim ki, yeni anayasa ve içeriğiyle ilgili pek fazla bilgim olmamakla beraber, maddeleri konusunda az çok fikir yürütebiliyorum. Ve şöyle düşünüyorum. 1982 Anayasanın değiştirilemez olarak nitelendirdiği ilk üç madde ve bu üç maddenin değiştirilmesinin mümkün olmayacağı uyarısını yapan dördüncü maddenin yok edilmesi, tarihe gömülmesi bu ülkenin içinden çıkamayacağı bir sürece doğru yürümesi olasılığının kuvvet kazanacağı bir süreç halini alacaktır. Bir taraftan bu ülkenin değerlerini yücelttiğini ima edip, diğer yandan bu değerleri resmi olmaktan çıkarmak tutarlı değildir. Bu coğrafya, ne zaman ne olacağını kestiremeyen insan ve toplumların yaşadığı, dinamit misali patlamaya hazır olan unsurların kol gezdiği başıboş bir bölgedir, bilginize...