86 Yılın Mirasçısı Cumhuriyet’e Dair
86 yıl dile kolay… Bağımsızlığın, demokrasinin, medeniyetin bebeğinin kucağımıza verildiği günden bugüne geçen zaman dilimi… “O’nu”, düşüncelerini anlayanlar ile anlayamayanlar arasında tökezleyerek, yuvarlanarak hatta sürünerek geldiğimiz bugünler… Ve daha da zorlu bir yolda ilerleyeceğimiz yarınlar… Her geçen gün bilincin daha da yitirtildiği ve teker teker değerlerin/değerlilerin anlamının sadece silik sözlerde geçiştirildiği anlar…
Tarih 29 Ekim 2009!
Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, tüm dünyanın saygıyla andığı atamızın mirasına sahip çıkma günü!
Yalnızca bugün mü Cumhuriyet nutukları atacağız, kemiklerini sızlattığımız atamıza saygımızı, minnetimizi böyle özel günlerde ifade etmekle mi yetineceğiz?!... Şovlarla, gösterilerle, süslü sözlerle, timsah gözyaşlarıyla, naralarla…
Ve sonra yine susacağız. Ertesi günü her birimiz gamsız yaşantılarımıza geri döneceğiz. Onu, yarattığı devrimleri unutturmaya çalışanları seyredeceğiz, kaygısızlar dizisi çevireceğiz…
Evet tarih 29 Ekim 2009’u gösterirken, “Cumhuriyet Bayramı’nı kutladığımız şu değerli günde” anlamını yeterince idrak edemediğimiz kavramlar üzerine bir şaşaa yaşamaktayız.
*Cumhuriyet nedir? Daha doğrusu “Atatürk’ün Cumhuriyet’i” nedir?
*Cumhuriyet herkesin bildiği klişe söz “halkın kendi kendisini yönetmesi” midir?
*Öyleyse bu noktada, “egemenliğin kime ait olduğunun bilinmesi yeterli” midir?
* Cumhuriyet “Başta devlet başkanı olmak üzere devletin başlıca temel organlarının belli aralıklarla yinelenen seçimlerle göreve getirildiği yönetim şekli” midir sadece ?
***** ***** ****** ******
“Atatürk’ün Cumhuriyeti” Cumhuriyet kavramının da en derin noktalarına ışık tutar!
Halkın kendi kendisini yönetmesi demokrasidir ve demokrasi “yaşam biçimidir.” Oysa Cumhuriyet bir devlet biçimidir “demokratik sosyal hukuk devleti”. Yöneticiler seçimle iş başına gelir ama seçenlerin-seçtirenlerin kim olduğu tartışılır. Tanım içine ulusallık ve laiklik öğeleri de girer.
Atatürk “benim en büyük eserim Türkiye Cumhuriyeti’dir” derken, ne bir hükümet şekli ne de devlet şeklini kastetmiştir. O’nun kastettiği “Türk Devrimi”dir! Beyinlere, düşüncelere kazınmış 5-6 y.y.lık bir imparatorluk anlayışının yerine, modern temellerde inşa edilmiş yeni bir devlet anlayışı vurgulanmıştır.
Bu anlayışın temel ilkeleri; (1982 Anayasa’sı temel nitelikleri)
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir
Milli birlik ve beraberlik
İnsan haklarına bağlılık
Milli devlet olmak, Türk Milliyetçiliği’ne bağlı olmak
Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, resmi dilin Türkçe olması ve başkentin Ankara olması
Laiklik
Demokratik sosyal hukuk devleti
Kuvvetler ayrımı
(Türkiye Cumhuriyeti’nin devam ettirilmesi ve yükselmesi Atatürk’ün düşüncelerinin çok iyi anlaşılması ile mümkün olacaktır.)
"Cumhuriyeti kuranlar onu korumaya da muktedir olacaktır."
M. Kemal Atatürk
Cumhuriyet’e Dair;
Sevgili gençlerimizin- geleceğin meyveleri (Mustafa Kemal’in askerleri), fikirleriyle köhnemiş beyinleri aydınlatan ve aydın beyinlere de ilham perisi olan saygı değer yazarlarımızın (yazmaya gönül vermiş aydınlarımız ve sitemizin değerli emekçileri), okuyarak kendisini yenileyen ve geliştiren tüm okurlarımızın ve Türk Milleti’nin Cumhuriyet Bayramı’nı en güzel dileklerle ve yukarda belirttiğim temennilerle kutlarım.
Yazı İşleri Müdürü
Beril DİLSİZ
“O’nun kastettiği “Türk Devrimi”dir! Beyinlere, düşüncelere kazınmış 5-6 y.y.lık bir imparatorluk anlayışının yerine, modern temellerde inşa edilmiş yeni bir devlet anlayışı vurgulanmıştır.”
Ekim 28th, 2009 at 00:36Nihayet akıllı bir vakit buldum, ancak yukardaki tespitten hareketle Cumhuriyet’e ilişkin es geçilen bir konuya müsaadenizle temas etmek istiyorum:
Cumhuriyet bir kere Osmanlı’ya karşı yeni bir yönetim değildir.
Bilakis Osmanlı’ya karşı ileri sürdüğü Redd-i Miras’a karşın hemen hemen bütün Osmanlı kurumlarını bünyesinde mündemiç kılan bir siyasal organizasyonun; kendini Anglo Avrupa’nın (1648 Westphalia Anlaşmasına bakılabilir) daha gerideki köklerine bağlayan Greko-Roman bir kimliklemesidir.
Hele modern hiç değildir. Avrupa’daki en antik ruh Cumhuriyet’le hayat bulmuştur.
Şöyle ki;
O devirde (ve hala da) bir çok Avrupa ülkesi demokratik nitelikler konusunda önemli ilerlemeler göstermiş olmasına karşın siyasal rejim olarak İmparatorluk yani sınırlı seçkinin yönettiği birer sistem iken Kurucu İrade, Avrupa açısından bir sorun kabul edilen Osmanlı kimliğini bir kenara bırakarak Avrupa’nın Anglo Avrupa köklerinin de ötesine taaa… Roma ve Grek Atina’sı dönemlerinin siyasal sistemine geçiş yaparak reddedilen Avrupalılığına atıfta bulunmuştur.
Yani, “Siz hala monarşi/krallık gibi demode sistemler iken ben Avrupa kültürünün temelini oluşturan Greko-Roman döneminin yönetim biçimi olan CUMHURİYET’e geçiyorum” demiştir.
Kurucu irade bu tavrıyla bir yandan Avrupa’daki ihtilal kültürünün dönüşler yaşadığı Cumhuriyeti (Bonapartist ve otoriter cumhuriyetler, daha sonra ise De Gaulle’ün V. Cumhuriyet’i)öz olarak benimsemiş diğer yandan da Avrupa’yı hassas olduğu bir noktada yakalamaya çalışmıştır. Tabir caizse damardan girmiştir.
Ki bunda kısmen başarılı da olunmuştur. Çünkü Roma ya da Atina cumhuriyetleri sınırlı seçkinlerin demokrasisine dayanırken, Türk Demokrasi’si de kendisini, gerçekten bir çok yazıda dile getirmeye çalıştığım şekilde bir “Patron-Yanaşma” ilişkisi içinde süregiden ve ayaklarını seçkinci aydın-asker bürokrasisi, kentli burjuvazi ve kırsal kesimin destekçi ve şakşakçı eşrafının oluşturduğu sınırlı bir ittifaka dayandırmıştır.
Günümüzün demokrasi anlayışındaki arıza da hala bu yüzden devam etmektedir. Çünkü kişiler değişse de klişeler ve bu sınıflar değişmemiştir.
Ezcümle:
Kurucular; Cumhuriyet ile, Osmanlı’nın Avrupa’dakilerle eşdeğer saltanat anlayışını terkederken Avrupa’lı müstebitlere, onların köklerine gönderme yaparak bir nevi nanik yapmış, klasik cumhuriyetlerin içe kapanmacılığı sayesinde de önemli bir dış huzur (Yurtta Sulh Cihanda Sulh) yakalamıştır. Bu çerçevede Avrupa da bu anlayışı yaşatma açısında önemli bir gerekliliği hem kendi dış politikaları açısından hem de Cumhuriyet Rejimi’nin atıflarından dolayı yaşatmak zorunluluğunu hissetmişlerdir.
Ki, Hitler ve Mussolini gibi diktatörler karşısında Türkiye’nin ayakta tutulmak istenmesinin önemli nedenlerinden de birisi Doğu’daki bu Greko-Roman anlayışın yaşatılması arzusudur.
Selamlarla…
Halil Bey;
Bütün zamanların yorumlarına örnek olacak bir disiplin ve analitik bakışla karşı duruşunu önemli ölçüde didaktik olarak irdelemişsin.
Beril Hanım da, gazetemiz adına kaleme almış olduğu kutlama metniini birkaç paragarfla temellendirmiştir. Haddizatında Beril hanım bilimsel disiplinle bir makale kaleme almaktansa çok doğal olarak tebrik-teberrük niteliğinde bir yazı yazmıştır.
Cumhuriyeti Gazi M. Kemal ATATÜRK kurmuştur. Devletin yapısı ve yönetim şekli Cumhuriyettir lakin, dünya üzerindeki cumhuriyet türlerini şöyle bir düşündüğümüzde ne kadar fazla ve farklı cumhuriyet çeşitleri olduğunu zaten bilmekteyiz. Bu veriler ışığında şunları söyleyebilirim: Cumhuriyet kurulmuştur. Aradan 86 yıl geçmiştir. Bu süre devlet geleneği bağlamında uzun bir süre değildir. Bir devletin genç bir devlet olmaktan olgun bir devlet olmaya geçmesi için asırlık bir sürenin takvim yaprağını ardına bırakması gerek.
O halde, genç Cumhuriyetimizin temel niteliklerini ve kurumsal yapısını sosyolojik örgüsünü biz yaşayan ölümlüler olarak içselleştirmek durumundayız. Atatürk sadece cumhuriyetin yönünü çizmiş, bu (öngörüyle de dolu) rotasyon, bu zaman içinde toplum değerlerine oturmuştur. (Bu yönelim kabul edilsin edilmesin kitlelere sindirilmiştir.)
Bunudan sonrasına gelince, kurulan Cumhuriyet, bu günün verilerini ve gereksinimlerini de göz ardı etmeksizin yeniden yapılandırma (prestroika) da dahil olmak üzere etnik olmayan temelli olarak milli değerlerle yaşatılmaya devam edilecektir.
Biz bu ülkenin kurulduğu asırlarla ölçülen temelleri olan medeniyete dayanan bu toprakların insanlarıyız. Düzeltilmesi gereken durumları düzeltecek, düzelmesine gayret edecek aydın kişiler olarak sorumluluktan kaçmayacağız.
Ekim 28th, 2009 at 11:14BERİL DİLSİZ Says:
Ekim 28th, 2009 at 11:55“Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız.”
O nedenle şah-mat yaklaşmınıza, düşünceniz için teşekkür etmekle yetineceğim. Modernlik (çağdaşlık) kelimesini alarak, içinden yakaladığınız bir anlam kargaşasını sayfalara dökecek kadar yeteneklisiniz. Ancak Cumhuriyet’in kuruluşunun bir devrim olduğu gerçeği ortadayken, bunun modernleşme veya reform hareketi olduğu gerçeği niye gözardı ediliyor aslında. O süreçle birlikte gelen tepeden tırnağa değişim, latin alfabesi, kılık kıyafet yeniliği, şapka kanunu bütün bunlar modern çizgileri barındırmıyor muydu aslında? Bu duruma, “sonradan bizi geçen Avrupa kültürü” deyin veya başka türlü adlandırın ama şuan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” kültürü, ananeleri ve dini dışında komple Avrupa’yı örnek almış bir ülkedir ki,(1.Dünya Savaşı Alman hayranlığı Enver Paşa) bugün halen bir Avrupa Birliği üyesi olma hevesi ve gençlerde Avrupa’ya gitme, orada yaşama özentisi oluşmuş durumdadır. O nedenle beyin göçü devam etmekte, iyi yetişen ve bugün geri düşüncelerin(köhne beyinlerin) iktidarları sonucunda, işsizliğe mahkum olan gençlerimiz çareyi kaçışta bulmuşlardır.Şuan Atamızın bize söylediği ülkede mi yaşıyoruz, yoksa halen beyinler sofu olduğu için mi gelişemiyoruz?
Tabii ki bizden ileri olan, gelişmişi örnek alacağız, teknikte üstün olma gayretinde olacağız. Kendi değerlerimizi yitirmeden, modernliğin rüzgarında ilerlemenin nesi kötü…Yeter ki ne Arap ne Batı olalım, çizgimizi koruyalım.
Ekim 28th, 2009 at 11:55 e
Hocam,
Ekim 28th, 2009 at 12:13Gerek Beril Hanım’ın yazısının yöneldiği tebrik-teberrük çizgisine gerekse sizin yorumunuzda öne çıkan “Bu cumhuriyet bizim öz malımızdır/ya da öyle olmalıdır artık” vurgusuna bir itirazım yok.
Ancak itirazımın temel hareket noktasını tekrar belirtmeyi sadece sorun yaratan olmamak, arada bir çözümler de önerebilen biri olmak adına bir borç biliyorum:
Mesele şu ki; Kurucu irade bize bir hediyede bulunmuştur kuşkusuz. Öpmüş başımıza koymuşuz zaten. Ancak gerek siyaset bilimi alanında gerekse sosyoloji alanında toplum harcının karanların Cumhuriyetin köklerine ve felsefesine ilişkin eksik kalan tespitlerini dile getirmek istedim.
Şimdiye kadar hep “Cumhuriyet aslandır, cumhuriyet ağadır, beydir, cumhuriyet kafirliktir, vs.vs.vs.” kabilinden değerlendirmeler yapılmasına karşın bu yemeği vu coğrafyanın sofrasına koyanların ne ruh haline ne de geçmişten süzülüp gelen öngörülerine yer verilmemiştir.
Cumhuriyet görünen haliyle bir konsensüstür ve Osmanlı dönemindeki elitist yaklaşımın pek dışına da çıkmamıştır. Ama zahiri ve batıni iddiaları büyüktür kanımca.
Zahiri iddialarının başında Modernlik gelir. Batıya verilen çok güçlü bir mesaj vardır. İçerde de geçmişten gelen toplumsal dizilime verilen mesajlar vardır aslında.
Bu konuda “Türkiye’de Muhafazakarlığın Kökleri ve Tarihi” ismiyle dile getirmeye çalıştığım düşüncelerime kendim atıfta bulunmak istiyorum:
Cumhuriyet’in toplumsal kurgu ve dizilim açısındaki en büyük yeniliği hakim sınıflara ilişkin klişelerin ortadan kaldırılmayıp, hükm-i şahsinin el değiştirmesidir. Yoksa Sened-i İttifakla babadan oğula saltanat elde eden taşra efendilerine dokunulduğunu kim iddia edebilir?. Sadece dinsel bürokrasi tasviye edilerek yerine seküler aydın bürokrasisi ikame edilmiştir.
Zahiri iddiası ise;
Önceki yorumda izah etmeye çalıştığım gibi bizzat batının kendisine verilen mesajdır.
Daha Avrupa’da bile Cumhuriyet anlayışı yerleşmemişken Cumhuriyet gibi bir sistemin benimsenmesi batıya: “Bana dokunamazsın arkadaş, eğer mesele gerçekten batılı değerlere sahip olmaksa işte bak ben sizden de batılıyım, sizin en kök değerlerinizi ben yaşatıyorum” denmesidir.
Gerçekten de bizim cumhuriyet ile Grek ve Roma cumhuriyetleri ve onları siyasal kültürleri arasında çok ciddi benzerlikler vardır. İşte benim bu konuda fikir zikrindekilere asıl itirazım bu yönün deşifre edilememesidir. Gerçi bu deşifre etme durumu bir suç üstü anlamına gelmemeli, aksine Kurucuların zihnindeki kurguya uygun olarak batının gözünün içine sokulabilmeli, batının üzerimizdeki elini çekmesinde bir araç olarak kullanılabilmelidir.
Selamlarla
Ekim 28th, 2009 at 12:13 e
"Daha Avrupa’da bile Cumhuriyet anlayışı yerleşmemişken Cumhuriyet gibi bir sistemin benimsenmesi batıya: “Bana dokunamazsın arkadaş, eğer mesele gerçekten batılı değerlere sahip olmaksa işte bak ben sizden de batılıyım, sizin en kök değerlerinizi ben yaşatıyorum” denmesidir”
Ekim 28th, 2009 at 12:27Bu anlayışınıza ben de kısmen katılıyorum zaten. O nedenle Atatürk’ün Cumhuriyet anlayışı diye vurgu yaparak, üstü kapalı bir anlatımla yazımı belirtmiştim. Günümüzde halen Cumhuriyet yönetimi anlayışı altında monarşik sistemler varlığını sürdürmekte ve bu anlamda yukarıda tırnak içinde aldığım cümlenize katılıyorum. Ancak Atatürk’ün Osmanlı çizgisini koruma arzusu olduğunu da pek zannetmiyorum, sadece o günün şartlarında milleti birden bire köklü bir değişime yönlendirmesinin zor olmasından kaynaklı olarak böyle bir yaklaşım içinde olduğunu düşünüyorum. Ve batının beğendiği çok özelliğini, ülkemize taşımayı da arzu ettiğini düşünüyorum.
Beril Hanım,
Ekim 28th, 2009 at 13:06Önceki yorumunuz henüz yoktu yorumumu yazarken, o yüzden önce oraya bir itiraz:
Cımbızla seçilmiş bir şey yok.
Sadece mevcudun reklamındaki önemli bir eksikliğe yönelik bir tespit bu.
Bugün biz Cumhuriyet’i modern bir sistem olarak gerek kendi içimize gerekse batıya lanse ederken o bahsettiğim; Bir dakika arkadaş daha siz ilkel totaliterilerle yönetilirken biz bu topraklarda atalarınızın Cumhuriyet’ine geçtik diyebiliyor muyuz?
Diyemiyoruz, çünkü asıl biz, yani cumhuriyete cansiperane sahip çıkanlar, onu çıkaran idrakin idrakinde değiliz adam gibi…
İkincisine gelince;
Atarütk’ün şu veya bu çizgisinden ziyade bir vatan yaratma kaygısı vardı. Bu çerçevede hareket etmiştir. Eğer ki sanıldığı gibi bir redd-i miras olsa Türkiye Cumhuriyeti 1989 yılına kadar Duyun-u Umumiye borcu ödemezdi.
Bilirsiniz ki mirasta red varsa alacak da borç da düşer.
En önemlisi ise, Misak-ı Milli olmazdı. Çünkü Misak-ı Milli Osmanlı Mebusan Meclisinin son toplantısında çizilen sınırlardır. Osmanlıyı reddeden bir liderlik kadrosu sizce yeni bir sınır ve harita çizmez miydi?
Araba yada başkasına benzeme hususuna gelince;
Hakim zümreleriniz ve yönetim kadronuz sizi kimin koynuna atarsa ona benzersiniz bu kadar basit. 1950′den beri Amerika’nın koynuna girdik, ne Avrupalıyız ne Arabız ne de Amerikalıyız. Bir hilkat garibesi gibiyiz toplum olarak…
Cumhuriyet e dair yazınızı çok beğendim beril hanım. Başarılarınızın devamını diliyorum...
Ekim 28th, 2009 at 16:43Bu noktada belirtmekte yarar görüyorum; Ahmet hocama değerli görüşlerinden, aydınlatıcı bilgilerinden ve herşeyden öte baltalayıcı değil yapıcı eleştirilerinden dolayı teşekkürü bir borç bilirim.
Ekim 28th, 2009 at 16:55Saygılar
Beril DİLSİZ