Güneşin Saçlarına Yakamoz Değdi
Gün sezişleri
İçgüdülerin ardından kalbe süzülen anların içtenliğinde. Sevgilinin gözlerine serilen bakışların güne saydırılan sarı saçlarından bir tel…
Gün sezgileri
Sessizliğin içinde kaybolan ve kıkırdayan kahkahaların kâh destur diye iç gıcırdatması kâh sükut içinde devrimleri ruhun kanatlarına yapışan.
Gün ısındıkça,
Aşkın hafifliğinde sahile vuran Denizanalarının tene değen yangınlarıdır iste(n)meden dilenen ten değişleri. Uzun saçlarını kıyı boyunca sulara bırakan mutluluk vurgunlarıdır hüzne gizlenen.
Gün ışıdıkça
Bedensel alkışların içinde yalan yanlış her sözden her kelimeden her paragraftan her her’lerden uzak. Sadece kendinden geçen ve yüreğin kıvrımlarına pırıl pırıl günaydın diye seslenen..
Gün atışları,
Zamana bırakıp benliğini kurtaran tüm iade edip, geçmişten kalan artıkları yolun sonuna kadar dayayıp, bir zaman ötesine koşar adım gidenlerin ve gitmeye çalışanların kalp atışlarıdır aklın ummanlarına sığınan…
Gün içinde hastalanan,
Geceleri atın gündüzlere vurun yerden yerlere, kırın riyakar aynalarını bu oyunun. Dramatik tirajı/traji-komik tebessümlerin içinde dibe inen iki yüzlü kelimeleri yakın artık, ümidin ateşinde bir daha görmemek umuduyla. Hak edilmeyenleri hakça haktan ihracına bırakın gönlün akıl almaz yollarında…
Gün merhemidir,
Acının, hüznün, ayrılığın, gözyaş(lar)ının, aşkın, sevginin, ölümün, tükenişi gelmişliğin, isyanın, asiliğin, yepyeni bir kitabın, fecr-i sadık anlarının, mutluluğun, sevincin, aklın, kalbin, can telaşelerinin, can/candan kırıklarının, hayal(ler)in, düşlerin, rüyaların, sevgisizliğin, yar(ın)sızlığın, ar(sız)lığın, değersizliğin, değerin, vs …
Günü kur(cal)ar gün kucaklamaları,
Esaretin kapaklandığı dört duvar arası sessizliğin gün(süz)lüğüne eli değdi. El oldu, sel oldu, bertaraf edilesi duy(g)uların duyu(m)suzluğunda elleri el bağladı. Zinciri kırılası aklın zamana fermanı gibi saniyelerin dalgalanan anlarına an(sız)lık çöktü…
Gün dedikleri,
Günden kaybolan hayat atışları kıy(a)mete değen. Anahtarı olmayan kapılara bakakalıp arkasına dönmeden gelenlerin içine oturan bin sitem var yol üstü izlerine seğiren yol hikâyelerinde. Bil(in)meyen ve bilindiği sanılan kelimelerde boğulup can vermek isteyen ömürlerin adına ad(sız)lığın heceleri yazıldı.
Gün sarı saç(lar)ına dokundu güneşin,
Tutuklu kaldı yakamoz kokusunda. Ten de tensizliğin izinde iz oldu silinmeye mahkûm bir teselli yedi gün yedi gecelik takvimde. Yıldızların göz kırptığı göz sanrılarının bittiği noktadadır kalp seğirmeleri. Amadedir hayatın çizgilerine baştan kalan sona gelen eskimişlikler. Kıymetin ve asaletin türküsünü çığırarak geçen zamana ağustos böceği misali bakmak ve yaşamaktır ömür…