İkiz Şehirler!…
Bir şehir alev almazsa yangınlı yüreklerden. Külüne bir tohum bile düşmez. Köprü biter, yol büzülür, yaşam çekilir kör kulesine. Orada kara lekeler değere binmiş olur. Üzülür ve düşer dehlizlere şehir. Sürünür lağım sularıyla yıkanır da Niçin’ini bilemez!.
Şehir ruhunu yanı başında getirmeli. Tahtıyla sunmalı halka endamını.
Şehir bu: ne kadar eski o kadar çoğul, o kadar can, o kadar aşk, o kadar mürekkep yalamış ilim!.
Şehir; aşk.. evet aşk ve şehir..
Hangi şehir kalpsizdir?. Hangi şehir insansız?. Dikey ve yatay derinlik ve düzey.. Şehrin insanları bir zincirin halkaları.. Bileşik kapları şu koca dünyanın..
Kimin derdini kime anlatmalı, kimin yüreğini yüklemeli kime?. Hangi öksüzün annesi yeniden doğar?. Hangi yetimin babası cepheden gelmiştir?. Cephe şehrin en yağız yüreğidir. Bilmezse başka şehir o şehre kardeş olduğunu.. bilmezse orada da yıldızların gece göz kırptığını.. bilmezse her yıldızın o şehirde yüzbin kalbi, duygusu aşkı, umudu, hayali bulunduğunu.. onları da masum, melek annelerin doğurduğunu.. o zaman cephe ve savunma kaçınılmaz olur. (Savaşa dilim varmıyor.)
Bir şehir büyütemezse bebeklerini, doğuramaz geleceğini..
Almazsa çocuklarını kucağına.. biri üç, üçü dokuz, dokuzu doksan dokuz yapmazsa gelir başka bir şehir kılar onun cenaze namazını!. Sonra zaferini kutlar musalla taşında!.
Aldırmazsa şehir umursamazsa çok derin kanar yaraları.. En derinden gelir damar damar yanardağlar gibi.. Feryadı gökleri tutar naklen savaşlar olur.. Çağdaşlık bir gurur duyar ki.. Hep aynaya bakar modernite.. Hep böyle yaparak kırmadı mı aynalarını? Şimdi kırık çoğulunu yaşıyor aynalarıyla.. Yaşıyor da parçanın bütüne hakimiyeti bir çılgın kaos.. Vay modernite!.. vay.. vay!.. Ve pusuda gizemli bir mamut gibi yatan post-modernite..
(Modernite sonra hesaplaşacağız, senin o hokkabaz cilvenle..)
Tarumar bir sahnede bitimsiz işkencedir oyunları. Kim anlamaz ki onu. Nefret makamı başlar. Önce bebeler alır gider günahsızlıklarını.. Nefi ah nefi yürümeden yağlı urgana şöyle bir çağır en yağız belalarını!..
İşte o zaman kıyametidir beldeler üst üste yığılır. Yarılır fay hattı, katmerleşerek uyanır günahlar. Uyanır da günahlar felaketler can bulmaz mı? İblis geri döner.. Adem kovulur cennetten yeniden. Şehrin terk edilme vaktidir. Geçer.. Yerle yeksan olur şehir. Mazi ve ati birbirine girer muhabbeti unutmuş velvele olarak..
O an ibrişime döner yollar. Köprüler tahterevallidir. Ninni sanır şaşkın yöneticiler!.
Görkemli binalar mutluluk için midir?. Haşa!.
Hükümran olmanın kitabı nasıl okunur?
Hem hükümran olmak hem mutlu olmak, böyle bir kitabı yok ki yaşamın.. böyle bir hitabı da yok!.
Yarı gecede nefesler tutulacak.. Sesleri çığlıklar doğuracak.. Çünkü kör yosun sokaklar çılgın ve yanık ve çığlık!. Bu nefeste kimse atına binemeyecek.. Atlar hep şaha kalkar böyle zamanlar.. Şaha kalkar ve hep şaha kalkar.. İkizse şehirler, sahiden ikizse onlar da şaha kalkar..
Şaha kalkanlar merhamet üzere kurmuştur sofrasını.. Bu çağın sofrası var mıdır, sahi?.
Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar, ya!.
Böylesine gözler kör olur önce. Ağızlar ayağa düşer. Döner gündüzler geceye, gece zindana, ayaklar başa.. Gardiyanlar savaş bakanı olur. Savaş bakanları kral.. Bakamaz bakan.. Bakan bakabilir..
Bunun yeri ne Kafdağı ne masal, gece de dahil güpegündüz ikiz şehirlerde bu mekan..
Gerçeğe bir kulp takılır.. Bu yazıya da mutlaka bir kulp takılır.
Acun deli divane.. Kim kime sahip çıkamaz bilinmez de ortaçağda veba gibidir yemin. Yeniçağda ince hastalık sözüm ona.. yakın çağda yemin ve teknoloji iki cihan savaşı, iki kere iki sözü mü olur?
Bugün şahsiyet yontusu bina.. Gökdelenin gölgesinde kasr..
Kimse dilini tutamaz dağ yıkılırken, taht yakılırken.. şehir sırdaş mı yaşananlar ve yaşayanlarla?.
Şimdi nasıl okuyacaksınız şehri, buncayı okuduktan sonra!.
Bir şehirde yürekler toprak kokmazsa ve sularına karışmazsa gözyaşı mekanlar ve yürekler medeni çöl olur. Tohum ithal, toprak metal olur.
Öylesine doğar işte modernite. Gövde yıldıza değer baş çukura. Damızlıklar hak getire. (Modernite seni muhatap almayacağım: çıldır.. alıyor muyum yoksa?.)
Şehir doğduğu anayı kucaklarsa, şehir yar bilirse ikizini, sen kıraç toprağı o zaman gör. Yollara düşen mecnunlar gibidir yanar.. yanar ve olur..
Nefes fırtınadır artık. Gözyaşı çağlayan sel ve okyanus.. Kucaktır, umuttur, rahmettir.. En çok derya kenarlarında kurulmaları ondan değil midir?.
Bir şehrin son noktasına düşelim bir şerh..
Adalet dağıtmazsa eğer en tezinden, en adil, uyuyanlar uyanamaz gece, bir gece bakamaz pencereden hiçbir göz.
Üst üste kurulur da şehir dokuz Truva, birinin birinden haberi olmaz, alttakilerin esamesi okunmaz. Şehri ha bire oyar arkeologlar, toplanır ve talan edilir lanetlenmiş tüm aksesuarlar.. Sancı tutar şehri kanar da kanar. Maziyi şehrin en sosyetesi savunur. Onlardır en iyi antikacılar!.
Kurtaracaksak şehri birlikte, geçmişiyle ve geleceği ile.. lanet yemeyeceksek yeniden.. Yetkili, etkili seçilmiş, atanmış ne kadar varsa hizaya çekilmeli hepsi düşlerine ve sevdalarına kadar. Seven adil olur çünkü.. İnsan olur seven veren el olur.. Yeşerir elektrik direkleri bile.. Duraklar karakışta yuva gibidir işte o zaman.
Al çocuklarını kuluçka gibi şehrin en uzak ucundan öteki ucuna.. Ülkenin bir ucundan diğerine.. İstanbul’dan Trabzon’a..
Bu iki şehir düştü aklıma..
İki şehrin yüreği meşale, rüzgarı nefes, sokakları halı, kral gibidir misafirleri.
Metruk akşamlar rafa kalkmıştır.. Yolcular magribi, maşriki buraya taşımıştır. Sofalarında keman sesleri, senfoniyi birlikte sunar veren el ve dilenciler.. Şehir halkıyla gurur duyarsa şehirdir, taşıyla toprağıyla, betonuyla, demiriyle değil..
Deniz ve dağ o şehirde aynı anda kükrer. Aynı dilden konuşur ikisi de. Ancak “D”leri “T”, “T”leri “D” kullanırlarsa bu onların farklı güzellikleridir. İkiz kardeş güzellikleri.
Sonra yokuşu çok olmalıdır şehrin.. Yukarıdan bakmalıdır gururla aşağılara.. Aşağıdan bakamamalıdır kimse şapkası düşer diye. Ağlayıp akmalıdır yağmur olup, buhar olup çıkmalı, sonra gözyaşı olup bir daha akmalıdır, bir daha çıkmalı, bir daha akmalıdır.. İnenler çıkanlar olmalıdır, gidenler gelenler.. Her şehrin bir gurbet şehri vardır bu yüzden.
Dedik ya! Şehrin denizi olmalıdır kocaman. Şehrin kulacı olmalıdır yıldızlara değen içinde gerçekleri gönüllü taşıyan hayalleriyle.. İki gurbeti olur halkın böyle anlarda biri de yıldızlarıdır.
Ha!. İşte burada yüksek bilincin temel taşı halk: hem mecnun olmalı, hem arif.. hem ümmi olmalı, hem alim.. hem tekil olmalı, hem çoğul.. hem zerre, hem kürre.. hem yürek hem beyin.. Biri yoksa öteki de yoktur. Bunu bilmeli herkes.. Ben varım diyenden ben narım diyene..
Halkı halktan biri yönetmeli, hem halk, hem hak ile birlikte olaraktan.. Hem fakir olmalı yönetici hem zengin.. hem iyi duyan, iyi dinleyen olmalı hem sağır.. hem iyi gören, iyi inceleyen, hem kör.. hem efendi, hem köle.. ve hamal.. hep seven olmalı yönetici, seven hep seven.. hiç nefret etmeyen.. hep taşıyan..
Bilen , seven, veren..
“Var mıdır böyle yürek, var mıdır böyle şehremini, var mıdır böyle şehir?.” Demeyin. “Olmalı böyle yürek, olmalı böyle şehir” deyin.. Hatta, “benim şehrim böyledir” deyin.
Ah.. Ah!.
İnsan, en muhkem şehirden kovulmuş bir arsa hırsızından başka ne ola ki!.
Mitolojinin mi sadece böyle söylediğini zannediyorsunuz.. Üç dinin kitabı da suhuf suhuf anlatıyor bunları.. İşte o zaman şu dökülüyor önümüze, hal ne olursa olsun: şehir onu kuran insanın kimliği, onda yaşamış yüreklerin ruhu..
Bir kişi ne kadar kendi ise.. aynılığı yoksa insanın insanla.. insan şahsiyet demekse baştan ayağa.. şehir de öyle oluyor. Eski şehirler böyledir: Ur, Uruk, Lagaş, Babil, Hattuşaş, Milet, Bergama.. Sonra eski Paris, eski Viyana, eski Roma..
Ah şu modernite!. Şehirlerde şahsiyet bırakmadı ki!. Aynı tuğla, aynı beton, aynı boya, en kötüsü aynı plan ikizi oldu binalar ve şehirler.. Bir de tek merkezden yönetilen moda eklendi kuyruğuna.. Şehir köpekleşti, efendi arar oldu. Sonunda ruhu kıskaca alındı.. Nihayetinde ruh eridi ve en köhne köşesine çekildi metruk ve ölü.. O kapılar iki antikacı turist geldiğinde açılıyor ancak..
Ve artık tüm şehirlerin adını küçük harfle başlatın.. Şehirlere bu işkenceyi yapanları darağacı yağlı urgan bile kurtarmamalı.. Ruhu gitmiş bir bedenin kadavra olarak kullanılması gibi bir şey bu. Üst üste yığılmış tuğlalar, üst üste yığılmış tuğlalar ve yine üst üste yığılmış tuğlalar.. Ve bir de gözleri bozan güya rengarek kimyevi boyalar, sanal ışıklar..
Şehir buysa..
Şehir bu işte!..
Kardeş şehirler vardır dedik, hatta ikiz şehirler.. yine de her biri kendi bedeni ve ruhu içinde baştan aşağı şahsiyettir. Kendine hastır. Binasıyla, manasıyla.. yoluyla, yokuşuyla, duruşuyla..
Niçin İstanbul ile Trabzon birbirine benzer (aynı değil, birbirine benzer)?.
Onun da denizi var onun da.. onun da yokuşu var onun da.. onun da binaları var onun da..
Yoo.. hayır, öyle değil!.
O zaman şehirleri kardeş yapan (ikiz gibi bir şey) nasıl bir mazi dökülüyor önümüze?.
İkisinde de Roma var, Bizans var, Osmanlı var.. İkisinde de dizi dizi aynı krallar, şehzadeler, hükümdarlar.. İkisinde de imparatorluk ihtişamını yaşamış gururlar ve yüce ruhlar..
Birinden ötekine hicret etmiş gönül gönül insanlar..
Taşlarına nakış nakış işlenmiş hayaller, rüyalar, duygular, umutlar..
Ve niye benzer Erzurum’la Buhara, Taşkent’le Diyarbakır..
Benzer de ikiz değil..
Her biri benzese de birbirlerine, her biri birer şahsiyet abidelerdir ölümsüzleşmişçesine..
Bir şehir alev alacak yangınlı yüreklerden ve külüne tohum düşecek.. hep doğuracak, hep ikiz doğuracak.. O zaman şehir tam şehir oluyor.. Ala oluyor şehir!.
İkiz, mikiz!. biniz değil ya!..
Lügatım öyle!.
Şehirler, insanların onlara ruhlarını bırakıp gittiği şehirler.. Evet çok haklısınız.. Dün o şehirlerin bir ruhu vardı ve hepsi ayrı ayrı bir şahsiyetti.. ya şimdi.. o şehirler moderin dünyada malesef özelliklerini kaybetti.. Çok güzel bir konuya temas ettiniz.. çok sağol..
Ressam Ahmet Osman Öztürk
Aralık 16th, 2010 at 12:43