Aysungül’den; Cumhuriyet’in Parantez içi Duyguları (II)
İnkılâpların yapılanması esnasında yapılan eksiklikler, yurdunu kurtaran ve toprakları için kan verenlerin canını yakmıştı. Ülke bir savaştan çıkmıştı ve toparlanma aşamalarında el ele gönül gönüle yapılacakların yerini, askeri bir anlayışla halka kabul ettirilmeye çalışılan devrimler almıştı.
“Askıda kalan sözlerin beklemeleri
Savaşın kanayan yüzünde ağlıyor amansızca
Güzergâhı tertipsiz, yoksulluk bıçak sırtı
Varlığı topraklara yazılan bitmeyen bir şarkı
Güftesinde vatan diye yazılan.” AYSUN GÜL
Akıl almaz düşüncelerin işleyiş şekilleri kısmen de olsa bir milleti kan ağlatmaya devam ediyordu. Ankara’da işleyen sistemin, birde Anadolu’da ki yüzü vardı. Ankara kendini toparlamaya başlamıştı. Batıyla yapılan anlaşmalar ve batılılaşma İstanbul’da ki elit tabakayı çıkmazlara sürüklerken, Anadolu’da ki insan, tarlasında “ne ekersek onu biçeriz” anlayışıyla sürekli, çalışıyordu.
Harf inkılâbıyla birlikte, bir millet bir gün arayla cahil bir toplum olmuştu. Okuma yazma oranı bir günde, koca bir asrı arkasında bırakmıştı. Osmanlı’dan kalan inci tanesi sözleri, tamamen hayatından çıkarmaya çalışan yeni Türk hükümeti, halka bunu anlatabilmek adına, çok zor zamanlardan geçmişti. Tabi halkta aynı süreci ayrı sıkıntılarla atlatabilmişti. Ülkenin bir ucundan; öbür ucuna, sadece ulaşabilinen yerlerine muallimler gönderilirken, eksik kalan bölgelerdeki insanların bilgisizliği, oralardaki toprak ağalarının işine yaramıştı.
“Gerçekler altüst, zamanın çağdaş kaldırımlarında
Tarihten kalanların aklı karışık.
Çatılmayan kaşların, korku bilmeyen bedenine,
Geçmişten sarılan, unutulmuş anlar sarmaş dolaş
Sararmakta… “
Bir ülke düşünün! Bir tarafı ilim ve irfan diye batıya yayılan ve yayıldıkça toparlanamayan. Bir tarafı da, doğudan bir türlü çıkamayan. İlimsizlik sonradan yüzünü gösterecekti, doğu sınırlarında. Geç kalınmışlığın eziyetini çekecekti, Türkiye Cumhuriyeti. Ve 500 yıllık bir millete harf inkılâbıyla, kara cahil yaftası vurulamazdı. O zamanları tarihte yaşayan ve yaşatılmaya çalışana sadakatsizlikti. Bir tarihi yok saymak, bir dilin değişimiyle olamazdı! olmadı da. Devletin resmi yazışmaları, harflerin yeni şekli öğrenilene kadar devam etti.
Tekkeler ve zaviyeler kapatıldı. Bu ilim yuvalarının son dönemdeki işleyişindeki eksiklerin, reform ihtiyacı gözden kaçmamalı. Ama bu demek değil ki! hep yanlıştı yaptıkları, hep eksikti. Evet, imparatorluk son dönem devlet yönetiminde her nokta da, eksik kalmıştı ve zayıflamıştı. Yaralarını sarmak adına, yüzünü batının yanlış tavırlarına dönmüştü ve bu özünden dönüşte, bitirmişti koca bir topluluğu. Tekkelerde yetişen büyük âlimleri, görmezden gelmek ve bunlara laf atar niyetli konuşmak, hiçbir vatan sevdalısına yakışmaz.
Mevlana’ları, Yunus’ları koca dünya kabul etti de! haftalarca reklamları yapılarak, haftaları kutlandı ve biz bizden olana bu kadar saygı gösteremiyoruz ne yazık ki. Unutmamak lazım ki! Mevlana ve onun gibi âlimler de, bu tekkelerde yetişmişti. Osman Bey’den başlayan süreçte, ilim ve bilgisiyle ve aklıyla dünyaya nam salan tüm padişahlar da, tekke öğrencileriydi. Adı Tekke ya da Medrese ya da okul ne olursa olsun, çıkılan yol aynı yol. Hepsi eğitim ve öğretim için açılan yapılar. Birileri birilerini yok etmek için, birbirlerine düşürdüler bu insanları.!
“Susmayan çehrelerin zihinleri karmaşık
Fırtınalar kopuyor bir nefeste
Hicran yarası ücralarında gönüllerin
Avucunda kan var ölümün bir adımlık sonda.” AYSUN GÜL
İstiklal mahkemeleri kuruldu! Ve İsmet İnönü ve arkadaşlarının gösterileriyle. Osmanlı’dan kalan tüm ilim sahipleri, bir anda devlet haini ilan edildiler. Can verilirken elinde silah, bilek bileğe birlikte oldukları bu insanları; şalvarını çıkarmıyor, cübbesini çıkarmıyor diye astılar! gözünün yaşına bile bakmadan. Adaletsiz bir cürümle Kurtuluş Savaşı sonrasına, büyük bir lekeydi bu mahkemeler. Yargılananlar vatan için kan dökenler, onları yargılayanlar vatan için can verenlerdi. Yenilikler yapılırken, kim özgürce fikrini söylüyorsa ve istemiyorsa asıldı, topraklardan sürüldü ve öldürüldü.
Vahdettin; savaşı gerekli gören son padişah. Ülke sınırlarından evlatlarıyla, birlikte sürülüp çıkarıldı. Ağlayarak topraklarını terk eden, son Osmanlı padişahı da gitmişti artık! arkasında kalıntılar bırakarak. Osmanlı’ya olan minnetini böyle göstermişti, yeni Türkiye Cumhuriyeti. Katran karası zamanların aynaya yansıyan izlerinden biri de, Kuva-i Milliye birliklerini başında olan Çerkes Ethem ve adamlarının hain ilan etmesiydi. Birileri sömürgecilik anlayışıyla, özgürlük feryatlarına karıştırmıştı ve gerçekleri göz ardı edebilecek kadar emperyalist olmuştu.
Mustafa Kemal Atatürk’ün arkadaşları ve askerleri onun askeri yönünü ve halka olan samimi yaklaşımı seviyorlardı.
Vatan aşkı ve ruhu halk tarafından da sevilen bir liderdi. Ama en iyi arkadaşı diye aktarılan birileri! Milletin aklını karıştıran tarihçilerin neden Mustafa Kemal Atatürk öldüğünde, paralardan resminin çıkarıldığını, resimlerinin asılamadığı, Türkçe ezanın okunduğunu anlatmıyorlar, anlamaya çalışıyorum. Laiklik kuramı ile Anadolu da karış karış halkın evlerine giren Atatürk sonrası liderin, ellerinde ki kiri kimse temizleyemeyecekti.
Babaannemden dinlediklerimi, anlatmak istiyorum sizlere:
O dönem yani Atatürk’ün ölüm zamanı, babaannem 9 yaşlarındaymış. Oda Atatürk’ü seviyordu ama ondan sonraki yönetimin; yenilikleri uygulayacağız diye, köylerde ev basarak kadınların, başlarındaki açmaya çalıştıklarını anlatıyor. Benim babaannem Erzurumlu. Orada baskınlar sırasında; askerin çarşafları topladığını, açmayanları tutukladığını ve eziyet ettiklerini anlatıyor. Birde babasının, askerin baskınını haber alınca Kuran’ı Kerim’i, ahıra otların altına gizlediğini anlatıyor. Atatürk diyanet kurumunu açtığında bunu yapanlar nerdeydi. Neden onun yolundan gitmiyorlardı!
“Tutuksuz yargılanıyorum gözlerinde
Ellerin makber, ayaklarında zamansız hürriyet
Tıkandım yolun daha başındayım
Güneşin ellerinde yırtılan binbir esaret kıvrımı
Yalana aynalanmış.” Aysun GÜL
Bunlar yalan ve uydurma değil, o dönemde yaşayan bir kadının anlattıkları. Atatürk’le yenilenen ve bağımsızlaşan bu milleti, “onun ilkeleri bile yok sayanların” eline geçince, neler yaptıkları yaşayanlara sormak lazım!
Milletlerin her yüz asırda bir, teknolojinin ve bilimin sınırlarını aştığı zamanlarda, değişime ihtiyacı vardır. Atatürk’ün ellerine sağlık ki tükenmiş bir sistemi yeniledi. Ama bu sistem eğer ki yetmiyorsa, çağı karşılamıyorsa yenilenmeye hazır olmalıdır.
Atatürk'e, Silah arkadaşlarına, Kuva-i Milliye aslanlarına, “Türk’üyle, Kürt’üyle, Süryani’siyle, Laz’ıyla BU TOPRAKLAR İÇİN SAVAŞANLARA, ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ. Doğrusuyla ve yanlışıyla bu Cumhuriyet bizim. Bu topraklar bizim.
Kıymeti bilmek lazım.
“ CUMHURİYET BAYRAMINIZI KUTLAR VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ İÇİN CAN VERENLERİ DE DUA İLE SELAMLARIM.