Tükenmeyen Sosyal Kaoslar..
Hayal edilemeyecek kurgular vardır, içimizi kasıp kavuran. Tesadüf dediğimiz gaflet darlığından tevafukla bizleri gamlı uykulardan uyandıran. İnsan zor zamanlarında aranmayı, sevildiğini bilmeyi ister. Hangi zaman ve çağda olursa olsun, gözleri sevdiklerini arar durur bir çığlık misali.
“Kurgularla yazılan hayatına
Süngülerle saldırıyorum
Yapaysallık ardı kesilmez bireysel bir çaba
Midemdeki sancılarla kıvranıyorum.” AYSUN GÜL
Gün geçtikçe yıpranan güzel hasletler, denge profilini de kaldırdı çevremizden. Sevgi bir kalıp olmaktan çok, yapısal bir tedirgin halini aldı. Yanlış yaşanılan duyguların, insan ruhuna verdiği zarar, depresyon denilen kaygılı duyguyla eşdeğer sayılır oldu. Toplum psikolojisi öyle bir duruma geldi ki; kim haklı? Kim gerçekçi? Kim seviyor? Kim yalan sözden uzak yaşıyor? Kısacası hangi insan, insan olma suretinden çıkmadan hayata sarılıyor artık belli olmuyor.
“Aşk sahnede talepsiz ve endişeli
Çıplak bedeninde sitemle dolu
Arzulu ve küstah
İçeriği aykırı sevişmelerle bulanmış
Karmaşık ve agresif öpüşmeler
Dudaklarda…” AYSUN GÜL
Şikayetlerin bitmediği, çıkar sevdalarına dayalı ailevi ilişkiler, kimliksizliğe doğru kuşkulu bir şekilde ilerliyor.
Denetleyici diye anladığımız insan topluluğu, elinde fiziki ve bedensel gücü, mustazaf diye nitelendirilen grupların üzerinde deniyor ve sömürüyor, var gücüyle. Aklın yerini paranın ve gösterişin aldığı zamanın akıbetini de bu bitmez, tükenmez isteksizlik belirliyor.
Anne ve baba figürü öylesine kaypaklaştı ki, çocuklarla kimlik uyuşmazlığı gittikçe yokuş yukarı tırmanır oldu. Toplumda kimlikler yer değiştirirken, insana ait karakteristik haritada ister istemez, değişti.
“Fahişe kalıpların kaldırımlara
Ayak sürüme sesleri sarıyor karanlık sokakları
İrkilen bir yüreğin soğuk taşlara yığılan
Günahkâr ve tövbekâr bedeni sayıklıyor
Zamanın fahişe düşlerindeki amansızlığı.” AYSUN GÜL
Asimile olmuş sosyal varlığı tekme tokat dayak atarcasına kırıp geçiren anlamsızlık ve niyetsizlik var gücüyle sona doğru gitmektedir. “Bir Karga'nın Ördek gibi narin ve hoş yürüyeceğim diye, Karga gibi yürümeyi de unutması vari yaşıyoruz bu hayatı.
Sevginin yerine anlık tutkuları koyduk, doğrunun yerini pembe yalanlarla doldurduk, aşka Mecnun diye bir kıyafet giydirdik, gözyaşlarını verilen rol gibi oynadık, saygıyı çıkara bağladık, hoşgörüyü paçavra laflarla denize doldurduk, güzel konuşmayı espri konusu yapılan küstah sözlere tercih ettik ve hayatımızı bir kalemde güç uğruna ya başkalarına teslim ettik, ya da var gücümüzle başkaları üzerinde kullandık.
“Sosyal ölüme, a sosyal zaman pankart kaldırdı
Gösterilere militan olan gösterişsiz sözler
Uzaklaştığı gerçekleri haykırmaya parmak kaldırdı
Kurgulanmış cenderede kinlendekçe taraflar maskelendikçe yüzler
Yarım kalmış sosyal canların imhası için suretlerini çıkardı…” AYSUN GÜL
“Bu toplum nereye gidiyor?” sorusunu sormak bile beni korkuturken, birileri iyiye gidiyoruz laflarıyla kandırıyor bu insanları. Bizler biz olmayı benliğimize kavuşma savaşını, barışa çevirdiğimiz gün yaşama anlam katacağımızı bilmeliyiz. Işık ve aydınlık kandil misali yanar, o zaman kalbimizde. Kandilleri söndürmeyelim. Depresip bir toplum olmaktan sıyrılmak için silkinip kendimiz olalım.
Yunus'un bir şiiriyle sözlerime virgül koymak istiyorum
ilim ilim bilmektir
ilim kendin bilmektir
sen kendini bilmezsin
bu nice okumaktır.
SELAM VE DUA İLE
Konunda haklısın Aysun.
Ekim 12th, 2010 at 15:10* * * *
Bu yazılarını derlediğinde adına "@sosyal aşk rubaileri" dersin artık.