30 Ağustos 85 Yaşında
1922 Ağustos ayında Türk Ordusu taarruza geç-mek için, Kurmay Heyeti’nce karar verilir. Mustafa Kemal, İsmet Bey, Fevzi Çakmak ve diğer paşalar ile kurmaylar; savaşı yönetmek üzere Afyon Kocatepe’ye gelirler.
26 Ağustos sabah, saat 05.30’da Türk topçu birlikleri Afyon’un güneyinden düşman siperlerini ateşle vurmaya başlar.
Ardından piyadeler hücuma geçerler. Planlandığı gibi Büyük Taarruz devam eder ve düşman gerileme-ye başlar, bozguna uğrayarak ikiye ayrılır.
30 Ağustos’a kadar düşman ordusu çembere alınır. 30 Ağustos sabahı, 1. Ordu ve avcı hatlarını ile 4. Kolordu’yu denetleyen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa; saat 14.00’da Aslıhanlar yakınındaki Komuta Karargâhından taarruz emrini verir.
Dumlupanır’da ordumuz düşmana son darbeyi vurur. Düşman askerleri kaçmaya başlar. Mustafa Kemal Paşa; kaçan düşman askerlerini kovalamak için, "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!" komutunu verir. Yunan Başkomutanı General Trikopis dâhil çok sayıda esir alınır.
Şahlanan Türk Ordusu düşman güçlerini İzmir’e kadar kovalar. 9 Eylül 1922 günü Türk Ordusu İzmir’e girer. Batı Anadolu’yu yakan yıkan düşman kuvvetleri canlarını zor kurtararak, geldikleri gibi gemilere binerek giderler.
30 Ağustos 1922 tarihi, Türk ulusunu esir etmek isteyen emperyalist güçlere karşı; kadınıyla çocuğuyla, ordusuyla topyekûn verdiği bir savaşın ve ulusal benliğini kurtardığı ve Zafer Destanı’nın yazıldığı gündür.
İşte böylesine büyük destanların yer aldığı Türk tarihini, acaba bugünkü neslimize yeterince öğretebiliyor muyuz?
Bu soruya gönül rahatlığıyla, yüzde kaçımız “evet” cevabını verebilir.
Hiç düşünmeye gerek yok, ya kesinlikle “hayır” dememiz gerekir, ya da “çok az” diyebiliriz.
Siz, sadece Türk tarihine değil, dünya savaş tarihine de destan olarak geçen Çanakkale savaşları ile ilgili ya da Kurtuluş Savaşımız ile ilgili şöyle her yönüyle anlatan bir film izlediniz mi? Göğsünüzü kabartan, gözlerinizi yaşartan bu destanların beyaz perdeye aktarıldığına şahit oldunuz mu?
Hiç sanmıyorum.
Çok çok, birkaç tane siyah beyaz film çevrilmiştir.
O da, son derece kısıtlı bütçelerle ve o günün ilkel şartlarında, teknolojinin hiçbirinden yararlanılmayan filmler.
Allah’tan TRT’nin dizi haline getirdiği Kurtuluş çekildi de, bir parça bu açığımız giderilmeye çalışıldı.
Onun da, ne kadar gerçeğine yakın olduğu da zaman zaman tartışma konusu oldu ya.
Bizim bu yaşadığımız Çanakkale savaşlarını, Kurtuluş Savaşını, Amerikalılar yapmış olsaydı, inanın en az bin tane bu konularla ilgili filmler çevirmişti.
Amerikan tarihini oluşturan kuzey-güney savaşıyla ilgili izlediğimiz filmlerde gınalar geldi.
Keza adamlar Vietnam savaşından, en son işgal ettikleri Irak savaşına kadar yüzlerce çevirdikleri filmlerle dünya kamuoyunu kendilerinin haklılığı yönünde etkilemeyi başarıyorlar.
Bugün dünya üzerinde en etkin silahlardan biri olan iletişim ve kamuoyunu etkileme gücünü, ne yazık ki binlerce yıllık bir devlet geleneğine sahip olan bizler bir türlü öğrenemedik.
Her nedense bu konudaki eksikliğimizi bırakın kapatmayı, yeniden yapılandırmayı dahi aklımızın ucuna getirmiyoruz.
Sonra da, Ermeni diasporasından tutun da, Yahudi lobilerine kadar ikna etmeye çalışıyoruz.
Dünyanın gözü önünde böylesine muhteşem destanlar yaratan, savaşın küllerinden doğan bir Türkiye Cumhuriyeti’nin yapacağı daha çok büyük işler var. Umarız, hep birlikte başarırız.