28 Şubat ve Düşündürdükleri…
TBMM bünyesinde kurulan bir komisyon, 28 Şubat rezaletini incelemektedir. Dilerim ki, gerçekler tam anlamı ile tespit edilir. Bu ihanetin planlayıcıları, icra edenleri, sonuçları ortaya çıkar. 28 Şubat sonrasında çalınan milyarların, soyulan bankaların kaynaklarının, kimlerin cebine gittiği tespit edilir. O dönemde politika yapan ve DYP bünyesinde bulunan birisi olarak bazı hususları aktarmak istiyorum;
1- Operasyonun planlayıcıları, ABD ve İsrail’dir. Zira Anadolu sermayesi yükselmeye, ithalatın yerini milli üretim almaya başlamıştı. Bu da Türkiye’yi devamlı bir pazar olarak gören ülkelerin (ve onların Türkiye temsilcilerinin) işine gelmiyordu. Bu ortamda İstanbul Dükalığı (sık sık yaptığı gibi) laiklik vb. istismarlarına koyuldu. Emrindeki kartel medyasına yalan haberler yaptırmaya, abartılı sahneler tertiplemeye başladı. TÜSİAD tam bir muhalefet partisi gibi davranmaya başladı. TOBB da tam anlamı ile (bu iğrenç senaryoda) işbirlikçi rolü üstlendi. Mevcut koalisyonun diğer büyük günahları da (?) havuz sistemini kurarak devletin ödediği faiz tutarını fevkalade azaltmak ve rantçıların avantalarına set çekmek, bu arada da devlet kredilerinin büyük bölümünü İstanbul holdinglerine değil de Anadolu sermayesine yöneltmek olmuştur.
2- İşçi haklarından ziyade ideolojik saplantılarına göre davranan sendika ağaları, kendilerini herkesin üzerinde gören rektörler ve YÖK Başkanı, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere tüm Yüksek Yargı’nın başkanları, Kartel Medyası, her daim darbe teşvikçiliği ve destekçiliği yapan STK’lar, CHP ve dönemin komutanları tam bir iş birliği ve dayanışma içinde demokrasiye tecavüz etmişlerdir.
3- Elbette bu olayda (başta Sn. Çiller’in A takımım dediği milletvekilleri özellikle kadın olanları başta olmak üzere) rüşvet/tehdit/baskı vb. gerekçelerle partisine ve demokrasiye ihanet eden milletvekillerinin vebali çok büyüktür. TBMM Komisyonu bunları tek tek incelerse çok ilginç ve iğrenç sonuçlara ulaşabilecektir. (Sayın Demirel’in de gayretleri ve vebali göz ardı edilemez)
4- Merhum Erbakan’ın da olaylara karşı dik durduğu söylenemez. Askere karşı hep ürkek olmuş, aşırı saygılı davranmış ancak yaranamamıştır. Kendisine küfreden bir tek yıldızlı generali bile emekliye sevk edememiştir. (şüphesiz burada Cumhurbaşkanlığı makamın askerin yanında yer aldığı da unutulmamalıdır) Neticede 28 Şubat Türk tarihine bir kara leke olarak geçmiştir. Ülkemiz her açıdan (ekonomik, politik, demokratik) büyük zararlar görmüştür. Tam anlamı ile yeteneksiz bir yönetime teslim edilmiş, daha doğrusu ABD ajanı Kemal Derviş eliyle IMF ve Dünya Bankasına peşkeş çekilmiştir. Bu arada inanılmaz boyutlarda yolsuzluk ve soygun furyası yaşanmıştır. Dilerim ki bu acı ve iğrenç olaylardan ders çıkaralım. 15 yıl sonra, bugünkü mevcut tabloyu iyi inceleyelim;
- Nerede o burnundan kıl aldırmayan tipler ? Kendini beğenmiş, gurur sahibi, halkı küçük gören kişiler ? Sultan Süleyman’a kalmayan dünya onlara kalmış mı ? Yanlarında kaç tane gerçek dost kalmış ? Halk kendilerine nasıl bakmaktadır ? Sokaklarda rahat rahat yürüyebilmekte midirler ? Her şeyin geçici olduğunu idrak edebilmişler midir ?
- İnsanlık tarihinden nice gururlu – kibirli tipler geçti. Nemrut’un/ Firavun’un/ Hitler’in/ Mussolini’nin/ Napolyon’un/ Lenin’in velhasıl tüm diktatörlerin sonu nasıl bitmiştir?
- Türk düşmanı kasıntı, müsrif, bücür Sarkozy şimdi ne durumdadır ? Carla’nın bile kendisini terk edeceğini okuyoruz.
- Kaddafi/Saddam/Esad/Hüsnü Mübarek/Zeynel Abidin vs. hepsi birer taze örnek. Demek ki her şey geçici. Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli. Şu anda Türkiye’yi yönetenler de bundan ibret almalı. Tevazuyu elden bırakmamalı, şımarmamalıdırlar…