27 Nisan e-Şeyisi
27 Nisan’a isim bulmakta hiç zorlanmamıştık, e-muhtıra dedik, uydu. Ne de olsa internet sayfasında yayınlanan bir bildiriye en güzel isim e-bildiri ve tehdit içerikli olunca da e-muhtıra denmeliydi.
TSK, “Bizim (istediğimiz) gibi birini cumhurbaşkanı seçmezseniz bir gece ansızın gelebiliriz” demişti. Bunu, sıradan bir dille yazdıkları ‘e-muhtıra’yla 27 Nisan’ı 28 Nisan'a bağlayan gecenin ilk dakikalarında Genelkurmay internet sitesi üzerinden duyurmuşlardı. Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar BÜYÜKANIT’ın kaleme aldığını söylediği ‘muhtıra’nın ertesi günü toplanan Bakanlar Kurulu, “herkes işine baksın, cumhurbaşkanı seçmek Meclis’in işi” açıklamasıyla cuntaya "muhtıra" vererek TC demokrasi tarihine ilk kez darbeci oluşuma karşı bir duruş sergileyen ve darbecileri püskürten iktidar olarak geçti.
27 Mayıs için “ihtilâl” diyenler halksız ihtilâlin nasıl olacağını aradan 52 yıl geçmesine rağmen anlatamadılar. Anlatamazlar çünkü cunta ile ihtilâl, darbenin kanlısı ile halkın tavır koyması hiçbir yerde birleşmezdi. Ve o gün bugündür özellikle ordu içindeki cunta, İT’den beri gelen alışkanlıklarından bir türlü vazgeçmeyerek siyasete müdahaleyi sık sık denedi. 27 Mayıs’tan sonra 12 Mart, 12 Eylül, 27 Şubat cuntanın direkt tehditleriyle siyasetin darmadağın olduğu müdahalelerdi. 28 Nisan bunlardan farklıydı. Çok kere hükümete farklı yollardan mesaj gönderdiler, hükümet tınmayınca internet sayfalarına yerleştirdikleri bildirileriyle bir neticeye varacaklarını düşündüler.
Aslında 27 Nisan e-bildirisi bir başlangıçtı. Hükümetin tavrına göre adım atılacak ya da geri çekilecekti. Nasıl mı?
Darbelerin kabul görmediği dönemlerde muhtıralarla siyaset korkutulur, korkan siyasette “şapka”sını alır giderdi. Bu şekilde muhtıracılar müdahalelerinin semeresini topluyorlardı. Ne de olsa böyle gelmiş böyle gidecek olmuştu;
Şapkalarını alıp tüyenler de bilahare bu halkın karşısına çıkacak yüzsüzlüğe sahip olduklarından dolayı hiç rahatsız olmuyorlardı. Yani onlar “al/gel gülüm-ver/git gülüm” oynayıp bizlere de bunun sahici olduğunu kabul ettiriyorlardı.
Ta ki 27 Nisan’a, e-muhtıraya kadar aynı oyunu oynamak niyetindeydiler. Tek farkla; Ak Parti hükümetinin nasıl tepki vereceğini bilmiyorlardı. Bu sebeple bir şekilde niyetlerini "çevreye" çok da rahatsızlık vermeden “birilerine” bu bildirileriyle “haaa, biz rahatsızız” diyerek ürkek bir mesaj verdi. Tabi bu mesajın "ürkek" olduğunu sadece "er" kişiler biliyordu.
Muhtıranın “ürkekliği” içeriğinden, veriliş şeklinden belliydi ama dedim ya bunu herkes bilememiş ve "hazır ol" duruşuna geçen siyasiler ve gazeteciler olmuştu. O dönem Ak Parti Diyarbakır il başkanı olan Sayın Abdurrahman KURT telefonda gülerek "Hocam millet partiye gelmeye korkuyor, ne yapacağız" deyince kendisine "bu muhtıra öyle bir tepecek ki, artık böyle korsan bir bildiriye dahi cesaret edilmeyecek" deyip beraber gülüşmüştük.
Ak Partinin Cumhurbaşkanı adayı Abdullah GÜL’ü beğenmeyenler laiklik üzerinden kollama ve koruma görevlerine! Soyunmuşlardı ama korkarak. İlk kez darbeciler korkmuşlardı.
“Dî ezim, ne dî dizim” diye bir deyim var Kurmanci’de, “görse benim, görmezse hırsızım” demek olan bu deyim aslında bir zihniyeti, basitleşenlerin zihniyetini çok güzel ifade ediyor.
Ne demek peki?
Yüreği yetmeyen biri önce yapmak istediğini gizlemek için basit, küçük, cılız adımlarından bir tanesini atıp bekler. Eğer karşısındakinin bu adıma tepkisi beklenmedik (sertlik ve kararlıkta ise) geri adım atarak “aslında niyetim kötü değildi”ye getirir (dî ezim). Yok, eğer muhatabını ürkütmüş, korkutmuş ise (nedî) “tam zamanıdır” diye en sert darbeyi indiriverir (dizim).
27 Nisan e-bildirisi, e- muhtırası, e-beyanı, e-duyurusu adı verilen eeeee-bilmem şeyisi de böyle bir ürkeklik içeriyordu. Hükümet “herkes işine baksın” meyanındaki açıklamasıyla demokrasiyi korumada kararlı olduklarını gösterince de muhtıraya dönüştürülmek istenen e-bildiri “cami avlusuna bırakılan bebek” muamelesi gördü. Bakmayın siz BÜYÜKANIT’ın “ben yazdım ve internet sitemize yerleştirdim” demesine, haberi bile yoktu. Ama her kurumda olduğu gibi mecburen sahiplendi.
Evet, TSK içindeki cunta son kez bir teşebbüste bulunmuştu ancak hiç beklenmedik şekildebie daha asla böyle bir şeye tevessül edemeyecekleri bir mukavemetle karşılaştılar.
O gece “darbeseverler” kınasını hazırlamış, “biz demedik mi?” allameliği ile “sabah ola da gericiler çekile” modundaydılar. Bürokrasimiz de gardını almış ava başlamıştı bile.
28 Nisan günü sabah 25 Nisan’da verdiğim kutlu doğum konferansımdan dolayı hakkımda soruşturma başlatılmıştı. Hükümetin dik durması üzerine dosya sessizce kapatılmıştı.
O gece gazeteler, TV’ler Hasan MUTLUCAN’ı aramaya başlamışlardı bile. Oysa bir şeyi, hiçbir zaman anlayamayacakları bir şeyi göz ardı etmişlerdi;
Darbesavarlar darbeseverlere asla ve kat'a papuç bırakmayacaklardı. Tabi bunu daha yeni yeni anlamaya başladılar.
İmkânı olan google amcadan o günün gazete başlıklarına bir göz atsın ve bugün özgürlük, demokrasi havariliğine soyunanların o gün hükümete nasıl kefen uzattıklarını görsün.
Twitter: @AhmetAY_