24 Ocak
Ocak ayı eskilerin deyimi ile zemheri kış mevsiminin tam ortasıdır. Kuzey yarı kürede donarak ölen insanların arttığı bir dönem olur. Sokakta donarak ölmek kapitalist ülkelerin tümünde, olagelen sıradan haller ve haberlerdendir.
Ocak ayı yeni yılın başlangıcı olarak ta pazarlanan sırtından kar sağlanan İsa’nın doğum ayıdır. Sermaye tarafından iyi pazarlanır. Eski umutsuzlukların piyangolarla, şans oyunları ile unutturulduğu yeni hayallerin yayıldığı hayal ticaretinin tavan yaptığı aydır. Aynı zamanda ocak ayı yalanların hemen açığa çıktığı umudun umutsuzlukla takas edildiği ay da olur. Doğa koşullarının en çetin zamanında olduğundan sermaye sınıfının saldırılarının tavan yaptığı zaman olur. Bu kez ocak ayı yazımızın konusu olmayı 24 Ocak 1980 de yayınlanmış sermayenin sınırsız ve soysuz saldırısının kararlarının yıldönümü oluşundan; yine ocak ayı ülkemiz açısından en çok gazetecinin katledildiği ne yazık ki birçoklarının faillerinin henüz bulunup yargılanmadığı bir dönem oluşundan. Özellikle Metin GÖKTEPE gibi genç gazeteci ve Uğur MUMCU gibi araştırmacı Hrant DİNK gibi,Musa ANTER gibi barış ve kardeşlik savunucusu gazetecilerin öldürülmesinden; hele Uğur MUMCU’ nun Ankara’nın göbeğinde bombayla evinin önünde, katledişlinin yıl dönümüdür oluşundandır.. Keşke ocak ayını ve tüm diğer günleri iyimser ana bildiğimiz koşullar olsaydı da biz de onları yazsaydık. Ne yazık ki çocuktan katil yaratma siyasetinden ve böylesi siyasilerin egemen olduğu koşulardan henüz kurtulamadık. Bu koşulları henüz sonlandıramadık.
İspanya diktatörü Franko; Picasso’nun resim sergisini gezmektedir. Diktatör, Picasso’nun en meşhur tablosu olan Guernikanın önüne geldiğinde bu ne müthiş bir tablo ne güzel yapmışsınız der. Bu tablo ispanya iç savaşına karşı çıkışın tablosu dur ve savaşa karşı öfkeyi yansıtır. Picasso da Franko’ ya bu tabloyu ben değil siz çizdiniz. Ben sizin yaptığınız kan gölüne kardeş kavgasına duyulan öfkeyi resmettim der. Bizde ocak ayında yaşatılanlar üzerine yazıyoruz bizi yönetenlere kendi yaptıklarını gösteriyor neme nem bir şey yapmış olduklarına ayna tutuyoruz. Tabi onlar aynaya arkalarını dönmezlerse. Başa dönelim yazıyı yazma nedenimizin birincisinden yani 24 Ocak kararlarından başlayalım. 24 Ocak Kararları, 24 Ocak 1980 tarihinde ekonomik literatüre geçen ve yapısal dönüşümleri içeren bir program. Süleyman Demirel, 1979 yılında Başbakanlık Müsteşarlığı'na getirdiği Turgut Özal'a, yeni bir ekonomik istikrar programı hazırlama görevi vermiş ve program kısa sürede hazırlandı; bir başka deyişle IMF tarafından hazırlanmış olan program, 24 Ocak 1980'de kamuoyuna açıklandı. IMF'nin daha önce yaptıramadığı isteklerini içeren program; Türkiye'yi tek taraflı olarak yabancı sermayeye açmış,bu gün yaşadığımız talanın yalanın, kanın göz yaşının,işsizliğin,yoksulluğun, savaşında sermeye tarafından karar olarak ilan edilmesidir.Süleyman Demirel ve tilmizi Turgut ÖZAL vasıtasıyla…
Ocak Kararları'nın ana hatları şu şekildedir:
- %32,7 oranında devalüasyon yapılarak günlük kur ilanı uygulamasına gidilmiş,
- Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alınmış,KİT'lerdeki uygulamaya paralel olarak tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırılmış,
- Gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar kaldırılmış,
- Dış ticaret serbestleştirilmiş, yabancı sermaye yatırımları teşvik edilmiş, kar transferlerine kolaylık sağlanmış,
- Yurtdışı müteahhitlik hizmetleri desteklenmiştir.
- İthalat kademeli olarak libere edilmiş, ihracat; vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal girdide gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan teşvik sistemi ile teşvik edilmiştir.
Bu kararlar darbe kararlarıdır. Darbenin asıl mimarı sermaye ve onun adına ülkeyi yöneten sermeye kadrolarıdır. 12 Eylülden önce sürdürülen halk güçlerine yönelik saldırıların, dökülen kardeşkanının nedenleri de burada sırıtmaktadır. Bu dünden geriye bakıldığında ülkenin yağmalanmasının ve talan edilmesinin kararlarını alanların toplumumuz adına yaptıkları iyi ve güzel şeyler yoktur. 12 Eylülden sonra kardeş kavgasının bitmiş yâda bastırılmış olması. Nasrettin hocanın önce eşekleri saklayıp köylü çok üzülüp hocaya yalvarınca eşekleri sakladığı yerden salması gibi bir şeydir. Ne yazıktır ki dün ve bu gün bizleri korku ile bölüp parçalayarak yöneten ekmeğimizi ve aşımızı azaltıp geleceğimizi karartan siyaset bu gün hala korku, kan gölünden beslenerek dün DEMİREL’ in ÖZAL’ ın yaptığını yapmaya devam etmektedirler. (Burada Özal ve Demirel in adlarını anmamızın nedeni diğerlerinin tümü bu ikilinin taklitçisi olduklarındandır.) Yani ülkeyi yönetir gözüken sermaye denen ata arpa vericiler. O günde bugünde adları değişse de işlevleri değişmeden ata daha fazla arpa vermeye devam ediyorlar. Hatta bugünküler öylesine sadık yapıyorlar ki işlerini. Hem içerideki haradakilerin, hem de dışarıdakilerin karnını doyuruyorlar.
Bu at benzetmesi benim değil burjuva ekonomisti Keynes’e ait.(Keynes diyor ki: Sermaye ata benzer ona ne kadar çok arpa verirseniz o kadar çok iyi beslenir. Güçlü olur. Dışkısından da bir miktar hazmedilmemiş arpa çıkar onula da serçeler beslenir.) der. Sermeye denen atın besleyiciliği görevini üstlenenler. Bugün inanç zırhına bürünerek bu keynesin onlara biçtiği rolü Osmanlı Padişahı dördüncü Murat Namı değer Deli murat hoyratlığı ile yapıyorlar. Bre densiz üstelikte ben süz diyerek…
İşte darbe ve gerekçeleri içine saklanan halka açıklanamayan sırlar. Bu saklanan sırların suçları işlenme gerekçeleri ve yargılanmayan suçluları. İşte ocak ayına sığmayan halktan yana tutum almış ülkesine ve halkına sadık az sayıdaki güzel insanların yok edilenlerin listesi. Katillerinin yargılanıp cezalandırılmamasının nedeni. Hep bu kar rant belasıdır. Darbe ve darbe plancılarının, halka karşı suç işleyenlerin, tümü yargılanıp mahkûm edilmedikleri sürece, Darbe planlama ve halkı korkutarak bölüp parçalayarak yönetme siyasetinden kurtulmadıkça. Ne gazeteci ölümleri son bulacak, ne faili belli olan meçhuller sona erecek, Ne iş saatleri 8 saate inecek ne ücretler insan gibi yaşanılacak bir konuma gelecektir.
Hesap sorulması için hesap soracak gücü biriktirmenin yolu ekmeğimizi büyütmek, işimize sahip çıkmak, geleceğimizi kazanmak için birleşmekten ve mücadele etmekten geçiyor. Mücadele etmesek bu at besicilerinden bize fayda yok. Çünkü biz at değil insanız. Üstelikte üretme ve yaratma yeteneği olan emekçileriz. Bize yaşamın her zerresini hak ederek yaşama onurunu bahşeder yaşadığımız koşullar. Biliriz ki gücümüz birliğimizdedir. Gerisi lafı güzaftır. Biz elleri nasırlı ,yağlı,paslı alınları temiz olanlar. Elleri temiz görünüp alınları lekeli olanlardan hem kendimizi, hem geleceğimizi kurtarmanın yolu sendikalarımız da birleşe birleşe yürümekten geçmektedir. Bilelim ki biz birleşip çoğaldıkça ekmeğimizde çoğalacak aylarımız yıllarımızda temizlenecek. Evet, Metin Göktepe’ den Uğur Mumcuya Karanlık güçlerin işlediği cinayetlerde ortaya çıkacak. Çünkü bu karanlık işlerin tümünün nedeni bizim, emekçilerin ekmeğimizin küçülmesi, atlara verilecek arpanın yani patronların karının artmasıdır. O halde İŞ EKMEK ÖZGÜRLÜK için bileşirsek. Bizi kandıramaz olurlarsa, kirli işlerin nedeni de ellerinden alınmış olacak.