AN-KARA
“Bir pazar sabahıydı Ankara kar altında
Zemheri ayazıydı yaz güneşi koynunda
Ucuz can pazarıydı kalemim düştü kana
Zalimler pusudaydı bedenim paramparça
Ucuz can pazarıydı kalemim düştü kana
Uğurlar olsun uğurlar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun”
Uğur Mumcu’nun ardından seslendirildi bu sözler. Ankara’da evinin önünde zalimce öldürülmüştü. Ankara’da Pazar günlerini hep o olayla anar olduk. Aradan yıllar geçti; yine bir Pazar ve Ankara… Ama bu sefer ölen bir kişi değil, onlarcaydı… Akşam evine gitmeye çalışan, masum…
Yine bir Pazar günüydü. Sabah değil akşamdı. Öyle hep anlatıldığı gibi sisli ve puslu değildi hava. Günlük güneşlik harika bir günün akşam saatleriydi. Gününü arkadaşlarıyla güzel geçirmiş olmanın mutluluğuyla evine dönmeye çalışan, yanındakilerle kahkaha atan güzel insanlar nereden bileceklerdi ki birazdan başlarına gelecekleri. O güzel gün birazdan cehenneme dönecek, cesetler saçılacak ortalığa, kan gölüne dönecekti her şey. Oyun oynamaya gelmişti Azrail. Ortalığı tarumar edecekti. Hizmetkârları o kadar çoktu ki…
Çığlıklar, feryatlar zerreden arş’a yükseldi bir anda. Yer, gök ağladı. Bu oyun büyük oyun, kalleşçe bir oyun. Madem bu hep söylendiği gibi batının oyunuydu, geleneğiydi de biz neden izin verdik? Demek ki biz istedik, biz bize zulmettik, biz bizi öldürdük. Bu oyun sürdüğünde sıra her an bize de gelebilirdi oysa ve geldi, geliyor.
Her gün o meydanda olan ben o gün orada değildim. Evdeydim. Televizyon izlemeyi sevmem ama o gün açık televizyon. Bir anda ekranda kırmızı üzerine beyaz, sarı üzerine siyah ‘Son Dakika’ yazıları geçmeye başladı. Kabusum oldu bu benim. O iki kelimeyi görmek, duymak istemiyorum artık. Siren sesi işitmek istemiyorum!
Kendimi arafta hissediyorum. Son beş ayda Ankara’da üçüncü bombalı saldırı gerçekleşmiş diyorlar. Yıkılıyorum. Sorular hücum ediyor beynime:
Nasıl bir dava olabilir ki, doğacak bebeği için alışverişe giden bir ailenin ölümüne sebebiyet veren?
Nasıl bir özgürlük olabilir ki, okumak uğruna ailesinden uzakta yaşayan, ailesine yük olmamak adına çalışan ve evine dönmeye hazırlanan bir insanın özgürlüğüne engel olacak ölüme sebebiyet veren?
.
Nasıl bir vicdan olabilir ki, belki de uzaktan da olsa bir yakınına şöyle ya da böyle yardım etmiş olan bir kişinin ölümüne sebebiyet veren?
Nasıl bir insanlık olabilir ki, belki de şu gök kubbe altında aynı mahallenin, aynı şehrin ya da aynı coğrafyanın havasını soluyup suyunu içen insanın ölümüne sebebiyet veren?
Nasıl bir demokrasi anlayışı olabilir ki, gerek ülkemizin içinde, gerekse dışında büyük bir özenle yönetilen insan kılığında akıl ve izanını kaybetmiş, fikri ve bedeni uyuşturulmuş, kukla haline getirilmiş, hayvanlaştırılmış insanlar tarafından yapılan eylemin müsebbibini bilmeden, birlik ve beraberlik içinde olmak gerekirken insanları siyasi franksiyonlara bölerek “o”cu , “bu” cu diyerek tasnif etmek?
Yüreğim ve usum kendi içinde bunları düşünürken telefonlar çalmaya başladı ardı ardına. Sağolsun eş-dost halimi hatırımı soruyordu. ‘İYİYİM’ demeye utandım. Aklıma Ahmet ERHAN’ın ‘Bugün de ölmedim anne’ şiiri geldi.
“Üstüme bir silah doğruldu sandım
Rüzgâr, beline dolandığında bir dalın
Korktum, güldüm, kendime kızdım
Bu gün de ölmedim anne. “
‘İyiyim’ derken, utanır oldum artık, yaşıyor olmaktan utanır...
Doğmak kutsaldı oysa; bu güne dek. Annesinin karnında ölen yavrusuna dek, güzeldi yaşamak. Rengi maviydi düşün. Umudun, özgürlüğün, mutluluğun… Âşkın ve sevdanın rengi maviydi. Yoktu denizi Ankara’nın. Fakat gökyüzü öyle maviydi ki. Deniz kadar özgür, barış kadar huzur vardı havasında.
Denizi anlamlandıramaz belki Ankara’nın taşları. Fakat özgürlüğü, fakat umudu öyle güzel bilirdi ki… Ezbere söylerdi evelallah özgürlük türkülerini… Susturdular. En güzel şarkısını söylüyorken üstelik… Bir Pazar günü. Mavi bir pazar günü. Özgür, mavi bir pazar günü. Boş verin ya hepsini! Sıradan bir gün. Bir gün…
Neydi en temel hakkı kadının? Erkeğin en temel hakkı neydi? Çocuğun en temel hakkı neydi? Yaşlının? Engellinin? Annenin? İnsanın… İnsanın en temel hakkı neydi? Hakkımız neydi? Hakkımız ne bizim?
Yaşamak. Altı üstü yaşamak… İyi ya da kötü…
Taziye yeri memleket ve taziye yeri yüreğim. Yazmak bile eziyet aslında bugün. Kelimelerin kifayetsiz.