content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

01 Şub

Eleştiri Değil de Biraz Daha Açılım Yapmak İstiyorum…

1961 Anayasasında Cumhurbaşkanlığı sembolik olmuş Başbakanlık ön plana çıkarılmıştı… İkili bir meclis sistemi vardı: Millet meclisi yanında Cumhuriyet senatosu. Bu iki meclisin seçimleri bir birleri ile çakışmazdı. 61 Anayasasının ruhu özgürlüklerin tanımını yaparak bireyi devlete karşı korumak ve devletin (organlarının) denetlenebilirliğini sağlamaktı. Bu özgürlükçü anayasaya 1971 de yapılan müdahale yeterli görülmediğinden 1980 darbesiyle ortadan kaldırılmıştır. 1982 de Kenan Evren’i Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı adayının (Kenan Evren) desteklediği partinin de iktidar olacağı varsayımıyla yeni bir anayasa yapılmış, %92 oyla kabul edilmiştir. Çeşitli rötuşlara rağmen 82 Anayasası ve bir türlü demokratikleştirilmeyen seçim ve siyasi partiler yasası, parlamenter rejime yüklenen eleştirilerin aslında başlıca sebebidir.

2-  Toplumu uzlaşı kültüründen uzaklaştıran, çoklu ve/veya farklı düşünce kümelenmelerini (örgütlenmelerini) “tehlike” gören 82 Anayasası, 1984 de açıkça başlayan etnik terör nedeniyle daha da içine kapanmış; “devletin bütünlüğünün tehdit” altında olduğu atmosferde yapılan değişiklikler genellikle bağlı olduğumuz uluslar arası kurumlar ile bu kurumların dayattığı (özellikle AB) zorlamamalarla kerhen ve fakat bol “ama”lı “fakat”lı olmuş; bu değişikliklere dayalı olarak çıkarılan yasalar da şeffaf ve anlaşılır netlikten uzak olmuştur. Üstelik sistem hızlı işlemiyor diye 1961 anayasasının getirdiği Cumhuriyet Senatosu da kaldırılmıştır.    

3-  600 yıllık imparatorluk geleneğimizin son 200 yılı (Karlafça Antlaşmasından itibaren 1699) toprak kayıpları ile ve teknik ve toplumsal gerileme ile geçmesinin de etkisiyle Cumhuriyet döneminde devlet sürekli kutsanmış, “iç ve dış mihrakların” potansiyel tehdidi altında bireysel özgürlükler ( ve bu arada etnik ve dini farklılıklar da) görmezden gelinmiş, baskı altına alınmış veya “ceberut devletin” hışmına uğramıştır. Devletin bu ceberut yönetim tarzından bir şekilde nasibini almış her siyasal akım ise, iktidara geldiğinde, devletin bu “güçlü, dayanışmacı, milli ve manevi karakterine” sahip çıkmış ve fakat her nasılsa seçilmişler bu “ceberutluğu” atanmışlara üzerine yıkmayı da bir refleks haline getirmişlerdir.

4-  Çağdaş anlamda ilk yazılı anayasa 1787 ABD anayasasıdır (geniş anlamda Medine Site devletinde yapılmış Medine Sözleşmesine de anayasa denebilir). Hemen arkasından devrim sonrası 1791 de Fransa anayasası geliyor ve 19.yy Avrupa’da anayasalı hareketlerin yoğunluk kazandığı yıllar oluyor.

Eski dünyanın Avrupa’sında anayasalar, zaten var olan sorumsuz ve sınırsız bir güce (monark) karşı, bu gücün yetkilerini, özellikle de “siyaseten ve yargısız katletme ve/veya siyaseten mallara el koyma” yetkilerini sınırlama üzerine yapılan tarihsel bir mücadelenin sonucudur. Yeni dünyanın ABD’sinde ise, sınırsız ve bakir toprakların doğal koşullarında gelişen güçlü bir bireysellik vardı ve merkezi dayatmalara yanaşmıyordu; herkes kendi kararını kendi vermeye alışkındı. ABD anayasal tarihinde gelişme, “güçlü bireyselliğin” karmaşasından merkezi bir örgütlenmeye gitme şeklinde yaşanmıştır. Dolayısıyla tarihsel süreç içinde her iki anayasal gelişme “merkezi otoriteye” karşı farklı refleksler, kontrol, denge ve denetim mekanizmaları geliştirmiştir. Kıta Avrupa’sının geliştirdiği bir “anayasal kurum” diğerinde, ABD’nin geliştirdiği bir “anayasal kurum” diğerinde demokrasi açısından aynı sonucu vermeye biliyor.

5-  Demokrasi kültürü açısından toplumsal duyarlılık refleksi zayıfsa, toplumsal ihtiyaçları karşılamanın yatay ve dikey hiyerarşik bir örgütlenmesi olan devlette kurumlar ve yapılar arasında güçlü bir denetim, kontrol ve denge mekanizmaları yoksa, TZT hocanın dediği gibi “başkanlık rejiminin başkancı rejime dönüşmesi tehlikesi ve tehdidi her zaman vardır”…

6-  Kutsanan devlet misali son dönemde bir “milli irade” kutsaması da oluşmaya başladı. Demokrasilerde “mutlak ve yanılmaz bilgelik” olmadığı gibi mutlak ve yanılmaz bir “milli iradeden de” söz edilemez. (2010 referandumunda “milli iradenin” “yargı” konusunda yanıldığını 1-2 yıla varmadan görmüştük… Yakın geçmiş örneklenen Almanya örneğinden hareket edersek, yanılan Alman “milli iradesi” Almanya’ya 2. Cihan Harbi hezimetini, kimi vatandaşlarına da toplama kamplarında yaşam ve ölüm arasında gelgitler yaşatabilmiştir.) Hele ki toplumun iyiden iyiye uzmanlık alanlarına bölündüğü günümüzde…

Başkanlık veya parlamenter rejim bize şunların güvencesini verecek midir?

1- İfade özgürlüğü şiddete başvurmadıkça, şiddeti övse bile, amasız fakatsız olacak mıdır?

2- Toplumun haber alma özgürlüğünü de kapsayan basın özgürlüğü amasız, fakatsız olacak mıdır?

3-  Yargı, yürütme ve yasamanın sultasından kurtarılacak mıdır? Adalet bir dönem, “mülkü olanın temeliyken”, son dönemlerde “mülke sahip olanların temeli olmak” gibi bir garabete bürünmüştür. Gerçek anlamda mülkün temeli olabilecek bağımsızlığa ve yansızlığa kavuşabilecek midir?

4- Devletin dolayısıyla demokrasinin denetlenebilir olması için gerekli bağımsız kurumlar oluşturulacak mıdır?

5- Yolsuzluk, irtikap, rüşvet vs.  “iddialar” yargı denetimine açılacak mı; yoksa bir şekilde unutturulup, yeni bir seçim zaferi ile “milli iradeye” aklandırılacak mıdır?

6- YÖK gibi garabet bir kurum kaldırılıp üniversiteler bağımsızlaştırılacak mıdır? Bilim insanları ve sanatçıların “milli irade”den, siyasi iktidardan, idarei maslahatçılardan farklı düşünmesi teşvik ve düşündüğünü söylemesinin önü açılabilecek mi?( Aydın, herkesten farklı bakabilmek ve gerektiğinde genelden farklı şeyler söyleyebilen birey olabilmektir.)

7-  İslam anlayışına göre yapılandırılmış Diyanet diğer inanç gruplarına açılacak mı? Sünni imamların maaşları devlet bütçesinden karşılanmaya devam mı edecek?

8-  Yerel yönetimler güçlendirilecek mi? Seçilmiş belediyeler üzerinde gerek siyaseten gerekse merkezden kaynak aktarmada ki kayırmalar nedeniyle oluşturulan vesayet kalkabilecek mi? Seçilmiş belediye başkanlıkları seçildiği tarihten itibaren partisinden istifa edebilecek mi? Yeniden seçilmek isterse belediye başkanlığını son bilmem kaç ay kala bırakabilecek mi?

9-  Milletin vekilleri üzerindeki parti disiplini ve lider sultası kalkabilecek mi?

10- Toplantı ve gösteriler, şiddete başvurmadıkça izinsiz ve istenilen yerde yapılabilecek mi?    

11- Devlet yönetiminde “liyakat ve kayırma” sistemi partizanlıktan uzak objektif bir kariyer planlaması ile sağlanabilecek mi?

12- Eğitim sistemi, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür gerçekleri söylemekten korkmayan bireylerin” yetişmesine ve dolayısıyla düşünen, üreten, emeği verimli, empati kurabilen bir toplumu hedefleyebilecek mi?

Bir çırpıda aklıma gelenler bu tür endişelerdir… Devlet kapısına düştüğümüzde bir partili veya “devletlu” arama ihtiyacı duymadan; dini, siyasi, etnik kimliğimiz ve görüşlerimizle sorgulanmadığımız bir anayasal yapılanma ve devlet örgütlenmesi diliyoruz… Yukarıdakiler en temel haklardır, daha ekonomik ve sosyal haklara değinmedik… Ve bence bu tür haklarda uzun uzadıya tanımlanmasın… Haklar ve ödevler kavramlar düzeyinde kısa olsun ki, içini yargı içtihatları, teamüller, evrensel hukuk ilkeleri, yaşamın pratiği ve ihtiyaçların gerekliliği doldurabilsin… Toplumu saracak bir anayasa değil, toplumun genleşmesine uygun olacak bir anayasa olmalıdır… Toplumun nasıl düşüneceğine, nasıl inanacağına, nasıl bir yaşam tarzı benimseyeceğine dair güya “yol gösterici” bir anayasa yerine bireyin mutluluğunu, esenliğini, özgüvenini hedefleyen bir anayasa olmalıdır.   

 Yapılacak anayasanın şablonlardan ve sloganlardan uzak, popülizm kolaycılığına kaçmadan, bugünün sorunlarından değil evrensel değerlerden hareketle hazırlanmasında fayda vardır.

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank