1 Mayıs 1977 de Ne Oldu?
Halil Berktay’ın bugünkü TARAF gazetesindeki söyleşisini okuyunca o dönemin ve o anın yakın tanığı olarak bazı şeyler söyleme zorunluluğu hissettim.
Kanlı 1 Mayıs öncesi Türkiye’de nasıl bir ortam vardı? 1976 -1977 yılı, Türkiye sol hareketinin tarihinde en kitlesel güce ulaştığı yıllardı. Sol hareket, dünyadaki “sosyalist” blokların şekillenişine göre şekillenmişti. TKP Sovyetler Birliği çizgisinde, benim de içinde bulunduğum Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu gibi örgütler Çin – Arnavutluk, Dev-Yol gibi diğerleri Castro – Che Guavera çizgisindeydi. Özellikle Çin – Arnavutluk çizgisindeki “bizimkilerle” Sovyetler Birliği çizgisindeki TKP arasındaki gerginlik çok sertti.
Bu sertlik, kanlı 1 Mayıs’tan 12 gün önce, 19 Nisan 1977 gecesi bir devrimcinin yaşamına mal oldu. Aynı evi paylaştığım okul arkadaşım –adını oğluma verdiğim- Sadık Canaslan genç bir TKP’li tarafından yanımda öldürüldü. Bu ölüm zaten var olan gergin ortamı iyice gerdi. 1 Mayıs’a girilirken sol cenahta çok kabaca anlattığım böyle bir politik atmosfer vardı. (Detaylarını Belge yayınlarından çıkan “Sol’uksuz” adlı kitabımda anlattım.) Aynı dönem, solculara, sendikacılara, akademisyenlere, yoğun ve kitlesel saldırıların sürdüğü bir dönemdi.
Faşist MHP silahlı milislerini oluşturmuş, devletin, MİT, Kontur-Gerilla, asker ve polis teşkilatları ile içi içe geçmişti. Bir saptama daha, o yıllarda dünyanın en örgütlü ve silahlı sokak hareketine sahip faşist hareketi ile karşı karşıya idik. Devletle iç içe geçmiş bu faşist hareket 4 yıl içinde beş bine yakın insan öldürdü. Faşistlerin bu gücüne rağmen solcular, öğrenciler ve aydınlar arasında, ama özellikle işçi sınıfı içinde çok güçlü idiler. DİSK tamamen solcuların denetiminde iken, Türk-İş’in birçok sendikasında da solcuların azımsanmayacak bir gücü vardı.
Buna bir de bağımsız sol sendikalar eklendiğinde durum daha kolay anlaşılabilir. Solcular, bir yıl önce yani 1976 yılında örgütledikleri üç yüz bin kişilik 1 Mayıs eylemi ile “dosta düşmana barışçıl ve güçlü bir mesaj” vermişlerdi. Tüm faşist saldırılara rağmen, solcularla işçi sınıfı arasında günden güne güçlenen ilişki, o zamanın derin ya da sığ iktidarını tedirgin ediyor olmalıydı.
Üstelik 1977 1 Mayıs’ının çok daha güçlü geçeceği ayan beyan ortadaydı. Şimdi biraz o güne, Taksim alanına dönmek istiyorum. Halil Berktay’ın aksine ben yürüyüşe –Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve Halkın Birliği grupları ile- Saraçhane tarafından katıldım. En önde yürüyenlerden biriydim. Alana gelene kadar bir olay yaşanmadığı gibi, alana giriş esnasında da DİSK görevlilerinin biraz ikircikli davranmaları dışında herhangi bir kavga ya da çatışma çıkmadı. İlk silah tam biz alana girmişken patladı ve alan cehenneme döndü. O silahın patlamasında sonra da “bizimkilerle” başka solcular arasında en ufak bir çatışma falan yaşanmadı
Sayın Berktay’dan bir de Tarlabaşı tarafında bulunan bizlerin üzerine Sular idaresi üzerinden yağan kurşunlara tanıklık edenleri de dinlemesini isterdim. Bizzat benim yanımda birkaç insan kurşunla yaralandı. Ama zaten amaç tüm kitleyi kurşun yağmuruna tutup binlerce insan öldürmek değildi ki, o kalabalıkta patlayan tek bir kurşunun bile onlarca insanın yaşamına mal olacağını bilecek kadar tecrübeli idi derindekiler. 2 Mayıs 1977 tarihli Günaydın gazetesi “Maocular Taksim Alanını Bastı: 34 Ölü” başlığı ile çıkmıştı.
Tezgah iyi kurulmuş ve gerekli yerlere çoktan servis edilmişti. Oysa tüm solcular –aralarındaki gerilime rağmen- böyle bir çatışmanın yaşanmadığını biliyorlardı ve kimse böyle bir söz söylemedi. Sonuç yerine: Eğer Halil Berktay, “1970’li yıllar sol içi tahammülsüzlüğün zirvede, demokrasi kültürünün yerlerde olduğu yıllardı. Sol içi çatışmalar bir kez başlarsa, karşı güçlerin bu çatışmayı hangi noktalara götürebileceğinin en iyi örneği 1 Mayıs 1977 provokasyonudur” deseydi, buna itirazım olmazdı.
Bence 1 Mayıs 1977 provokasyonu, solcularla işçiler, emekçiler arasındaki köprülerin yıkıldığı, solun marjinalleşmesinin başladığı ve sınıfla köprülerin yeniden bir daha inşa edilemediği “derin” bir eylemdi. Ve arkası binlerce yeni cinayetle, Çorum ve Maraş katliamları ile getirilip, 12 Eylül’ün taşları döşendi. Sorumlularını isim isim sayma şansım yok, ama yaşananlara ve sonrasına bakıldığında solcular olmadığını tahmin etmek hiç de zor değil. Halil Berktay için de zor olmamalıydı. --