“Yemin’e” Sadakat Veya Vatan’ İhanet?!…
Malum “yeni veya sivil anayasa” sürecinin üç handikap’ı var.
Bunlardan ilki ve en önemlisi, işbu parlâmentonun tespit usulü ve seçim ritüeli olup; Bir zerre dahi insan hakları, adalet, hukuk ve demokrasi ile alâkadar değildir. Aday sıfatıyla halkın önüne konulanların halkla her hangi bir ilgisi yoktur. İsimler parti sahibi, sulta, vesayet unsuru ve cuntalarca belirlenmiştir. Bunlardan kim hangi yüzle, demokrasi kültürü, uzlaşma terbiyesi ve ahlâkla “yeni anayasa” yapmalarını isteyebilir?... İkincisi: Yeni anayasa isteminin sağlam bir temel ve gerekçeye oturtulamamasıdır. Üçüncüsü: Başta “ilga edilmek istenen anayasa üzerine yemin” olmak üzere, burada sayılması ve sıralanması sayfalar alacak bir dizi çelişki, ironi, akılsızlık, hukuksuzluk ve mantıksızlıklardır ki; Kimse bu konulara girmeye cesaret edememekte ve yanaşmamakta. Bu da bir yurttaşlık, insanlık, siyaset ve demokrasi ayıbıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 81. maddesinde TBMM üyelerinin, göreve başlarken edeceği yemin yazılı. Aynen şöyle:
"Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma;, Hukuk’un üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyet’e ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma; Toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma;
Büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim."
Her genel seçtirme (cebri tasdik) işleminde, oylarımızla (sözde) milletvekilliğine, ama gerçekte parlâmento memurluğuna lâyık gördüklerimiz; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 81. maddesinde vücut bulan “Yemin”in içeriğini yerine getireceklerine dair, Kurucu, Yüce ve Gazi Meclisin Kürsüsünde ve kendilerini seçen halkın adeta gözlerinin içine baka, baka namus ve şerefleri üzerine ant içerler… Bu merasim, kalp ile tasdik ve dil ile ikrar “Yemin’in her hükmüne mutlaka sadık kalacağız, o’nu namusumuz pahasına koruyacağız ve ne pahasına olursa olsun uygulayacağız..” demektir.
Ya hemen sonrası?!.
Hemen sonrasında ise; edilen bu yeminlerin hemen oracıkta “milletvekillerince en tez unutulan şey” olarak buharlaştığını; Atatürk Türkiye’sinin getirildiği iç karartıcı vahim durum ve ortaya çıkan sonuçlardan pekâlâ okuyabiliriz. Çünkü bugüne kadar namus ve şerefleri üzerine yemin eden sözde milletvekillerimiz ettikleri “Yemin metni” ne bağlı kalmış olsalardı, Devletin, üniter yapısı tartışılır hale gelmez, yemin’in sebep-i hikmeti anayasa tehdit altında olmazdı… Yani, “milli devlet” in ana unsuru olan etnik farklılıklar zenginlik olarak algılanırdı ve kalkınmanın, sanayileşmenin gelişmişliği yanında; insan hakları bütün enstrümanlarıyla hayata geçirilmiş olurdu…
Menfur terör, tedhiş ve terörist başına verilen tavizlerle (!) Ülkenin sınırları ve yönetim şekli tartışılır hale gelmez, hukukun üstünlüğü yok edilmez; Demokratik-laik, tam bağımsız, bağlantısız, özgür ve hâkim cumhuriyetten vazgeçilmişçesine, ılımlı İslam cumhuriyetinin ihsas edildiği, Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbının yok edildiği; Anayasa, hakkaniyet, adalet ve hukuka bağlılığın, küstahça ayaklar altına alındığı bir Türkiye görünümü sergilemezdi?!... Zira, bu yapılanların tamamı yukarda “hükümlerinin korunması ve hayat bulması” vaad ve taahhüt edilen yemin’e aykırı!..
Özellikle yemin’in namus ve şeref üzerine yapılmış olmasına rağmen, hemen oracıkta unutulup ettikleri yemini bir türlü tutmayanların neden olduğunu, bilmem tekrar etmeye gerek var mı?. Hasılı, her iki kişiden birinin (?) oy verdiği ve başına taç yaptığı siyasi oluşumla; bu ‘malumu ilân-ı’ kendilerine layık görenleri baş başa bırakıyorum. Diğer yarısına da; Sevgili ve değerli Galip Baran Hoca’nın “Bilinçli, farkında ve kendinde olma” telkinleri yönünde her şeye rağmen dik duruşlarını cesaretle korumalarını öneriyorum.
LÜTFEN!. Bütün tertip, tasarruf ve teşebbüsleri onur, şuur ve sorumlulukla izleyiniz!..