Son günlerde hekimlerle doktorlar arasında ‘kolesterol’ tartışması yaşanıyor. Hekimler, ‘kolesterol diye bir hastalık yok’ derken, doktorlar ‘hayır, var’ diyorlar.
Şimdi herkes merak ediyor: Var mı, yok mu?
Bu tartışmayı bir yüzyıl önce hiç kimse aklından bile geçirmezdi. Fakat ‘satılık hastalıklar’ icat edildikten sonra, artık bunlar sıradan tartışmalar haline geldi.
Bazı odaklara bağımlı medya, ‘horoz dövüşü olsun ve tuttuğumuz taraf kazansın’ diye, yangına tanker gemisiyle benzin taşıyor.
İlaç firmaları adına konuşanlarsa bel altı dalıyorlar. Bu tartışmanın nereye gideceğini merakla takip ederken, doktorlar kümesinin oluşturduğu bir dernek yönetiminin, tartışmanın taraflarından biri olan ve ‘Karatay Diyeti’ adlı kitabıyla tartışmanın odağına oturan Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay hoca hakkında kaleme alıp ortalığa saldıkları -bir meslek mensubundan çok, sahibi adına bağıran birinin narası muvacehesindeki- ‘galiz’ metnin, bizi de kapsaması söz hakkı doğurdu.
Basının kendilerine çanak tutan bölümü hakkında tek söz etmeyen, sağlığımızı gasp eden post modern endüstriyel batı tıbbının kurmacalı sözcülerini ciddiye aldığımızdan dolayı değil; bu tür naraların kim adına yapıldığını bildiğimizin bilinmesi ve Ivan Illich’in tabiriyle ‘sağlıkları gasp edilen geniş kitleleri’nde bundan bir nebze haberdâr olmalarının yanı sıra, malum çevrelere de ‘biz, sizin ciğerinizi biliyoruz’ demek…
Söz buraya gelmişken, ilaç tröstleri ve onların sözcülerinin bir kaşık suda boğmaktan büyük zevk alacakları Ivan Illich’in ‘Sağlığın Gaspı’ kitabı, Joanna Moncrieff’in ‘İlaçla Tedavi Efsanesi’, Roy Moynihan & Alan Cassels’in ‘Satılık Hastalıklar’ ile İsmail Tokalak’ın ‘Dünyada Gıda ve İlaç Terörü’ gibi eserlerini herkese, özelde de taşeronlara tavsiye etmek isterim.
Hekim olduğunu düşündüğüm bir profesör arkadaşım sık sık şunları söylerdi: “Ne zaman ilaç firmalarının etkinliklerine katılsam, orada anlatılanlardan sonra bütün servetimi bu ilaçlara verip önüne gelene dağıtmak gelir içimden... Oysa bu hipnozdan ve eşik altı saldırıdan kendimi azade hissedip, gerçekle yüzleşmeye başladığımda ise ‘Allah’ım! Bizi şeytanların şerrinden koru’ diye dua ederim. Bunlar herkesi kontrol altına almışlar ve ne yazık ki sağlımızı tehdit ediyorlar. O ilaçların yan etkilerini bilen doktor, bu büyücülüğü asla yutmaz, ama kimimiz çaresizlikten, kimimiz de o kalıcı hâle getirilen hipnozun etkisiyle, bunları herkese çuval çuval yazıyor…”
Sağlık Bakanlığı, çok geçte olsa çok doğru bir kararla ‘alternatif tıp’ı yasal hâle getirdi. ‘Tıbbın alternatifi olur mu?’ denildi. Eee, söz konusu olan batı tıp endüstrisiyse elbette… Hatta bal gibi olur.
Birçok ülkede eğitimi yapılan ve batı tıbbının korkulu rüyası haline gelen eski tıbba ilk tepkiyi, ilaç firmalarının vermesi beklenirken, tepki yine malum çevrelerin sözcüsü, yılmaz ve iflah olmaz Ak Parti muhalifi ‘Türkiye Doktor Odaları Birliği’nden geldi.
Kolesterol tartışmalarına katılan, geniş bilim çevrelerinin ‘uydurma hastalıklar için geliştirilen uydurma ilaçlar’ dedikleri ilaçları savunan dernek hakkında, yeterli kanaate sahip olmak için sitelerine girip, bir margarin markasını desteklendiklerini, neredeyse tüm faaliyetlerinin altında ilaç firmalarının sponsorluğunu müşahede etmek, haklarındaki gerçeği hiçbir söze yer bırakmayacak kadar açık etmekte.
Yetmiş yaşına gelmiş bir hekimin, elli yılı aşkın deneyiminin birikimi olan bir çalışmada, ilaç firmalarından kendini azade etmeyi başarmış, bağımsız bilim otoritelerinin çalışmalarını da kaynak edinerek, iddia edilen hastalığın olmadığını, bu nedenle de bu ilaçları kullanmak yerine, sağlıklı beslenmeyi önermesi kimilerini çok kızdırmış…
Öfkelenenlerin, ilaç firmaları yerine, bir avuç doktorun olmasını, bu ferasetli toplum çok iyi anlamış olmalı ki, kendinden bekleneni yapıp, bir eli yağda öbür eli baldaki azınlığın eleştirilerine rağmen kitaba rağbetini artırmış…
Eskilerin tabiriyle göbekten bağlı oldukları, yeni tabirle de DNA’larının nereden beslendiğini çok iyi tanıdığımız, dahası genetik olarak nereye bağlı olduklarını bildiğimiz bu malum çevrelerin basın açıklamalarında; “…destekçisi-yan kuruluşu olan web portalleri” gibi, ima yoluyla da olsa tartışmaları haberleştiren yayın organlarını, yani adımızı da ağızlarına almalarını hoş karşılayacak değiliz.
Ayrıca bu güruh; topluma ‘gıdanızı ilaç, ilacınızı gıda yapın, size dayatılan masallara aldırmayın, sizi ilaç bağımlısı yapmaya çalışanlara kulak asmayın’ çağrılarını yapan alternatif düşünce sahiplerini Sağlık Bakanlığı’na şöyle şikâyet ediyor: ‘Ruhsatlandırdığın ilaçların kullanımını engelleyenler hakkında gereğini yap!’ Yani bu talep, bu gerçek profesörler hakkında ‘işlem yap’ baskısıdır. Unutulmamalı ki, bu çağrı, çıkarcı tıbbın kara mizah listesine giren talihsiz örneklerden sadece biri olmaya mahkûm…
Sağlık Bakanı’nı her fırsatta yerden yere vuran bu çevrelerin, şimdi oradan yardım istemesi de ayrı bir komiklik. Olumlu olumsuz demeden, çalışmaları Ak Parti icraatı olduğu için, Sağlık Bakanlığı’nı tukaka ilan edenler, ola ki geçmiş yergilerimizi hatırlarda bize destek çıkmaz mı kaygısıyla olsa gerek; işi, Sağlık Bakanı’nın yanı sıra, SGK’dan da yardım istemeye kadar götürdüler. Hayırdır beyler bu ne telaş?
Tıp, ilk insanlardan bu yana gerçek hekimler sayesinde tedricen kemale erişmiş. Lakin özellikle 19. yy sonrasında, büyük çoğunluğu maddeperestlerin eline geçen sağlık endüstrisi ne yazık ki, günümüzde toplumları istatistik masalıyla hiç de hak etmedikleri bir mecraya sürüklüyorlar.
Ebu Ubeyd Cüzcânî diyor ki: ‘Tıp yoktu, Hippokrates buldu. Ölmüştü, Galenus diriltti. Kördü, Huneyn bin İshak gözlerini açtı. Dağınıklığını, Râzi toparladı. Eksikliklerini de İbn-i Sina olgunlaştırdı!’
*Başlıktaki cümle: Buradaki övgüden fazlasını hak eden büyük düşünür ve gerçek bir hekim olan İbn-i Sina’ya ait. Peki, bunlar Sina’nın olgunlaştırdığı tıbbı, ticarileştirmekten öte ne yaptılar?
Şayet, ‘tıp denilen şey nedir, gerçek hekimlik nasıldı, merak ediyorum’ diyenler varsa, Prof Fazlurrahman’ın ‘değişim ve kimlik’ alt başlıklı, ‘İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp’ kitabı ile Prof Ali Haydar Bayat’ın, ‘Tıp Tarihi’ eserlerini mutlaka okumalı.
Ayrıca bu alanda verilen savaşları merak edenler, Rachel Carson’un ‘Sessiz Bahar’ adlı muhteşem eserini, Robert N. Proctor’un ‘Kanser Savaşlarını’ hazmederek okumalılar ki, gerçeğin üstündeki tüm kir kaldırılabilsin.
Herkes biliyor ki, gerçek; ne çamur, ne yama, ne kir, ne de başka bir yafta kabul eder. Gerçeğin peşinde koşmak için, temiz bir yürek gerek. Günümüzün değerli hekimlerinin tümünü selamlarken, cesaretleri nedeniyle de Prof Dr Ahmet Aydın, Prof Dr Canan Karatay, Prof Dr Ahmet Rasim Küçükusta hocaları kutlarım.
Gerçeğe saldıranlara son nasihati, El Kindi’ye bırakalım: “Gerçeği, kaynağı ne olursa olsun, öğrenmekten çekinmemeliyiz. Gerçeğin ağırlığını bilenler için hiçbir şey, ondan daha değerli olamaz. Gerçek, kendisinin peşinden koşanların değerini düşürmez.”
Gerçeğin peşinden koşanlara selam olsun!