‘Ayrımcılık’ Sanat Dinlemiyor!
‘Dost acı söyler’ sözünü pek severiz de, ‘yağcılık’ düşkünlüğüyle insan ayırmaktan ve de yalakalığa itibardan bir türlü vazgeçmeyiz. Sözüm, siyasilere değil! Birleştirici olması gereken ‘sanat’ dünyasındaki ‘ayrımcılık’ amatörlüğünü sergileyenlere…
Geçen hafta ‘Kalpaçino: Bomba’yı ağırlayan ‘Beyaz Show’, bu hafta da ‘Bir Avuç Deniz’ filmini programına taşıdı. Filmin oyuncularından Engin Altan Düzyatan, önemsemediklerini söylese de belli ki haksız eleştirilere üzülmüş! Filme çağrılmadığım için konuya girmeyeceğim. Ama bu noktada sormak istiyorum. ‘Ya Sonra’, ‘Saklı Hayatlar’, ‘Aşkın Son Mevsimi’, ‘İncir Reçeli’, ‘Hür Adam’ ve benzeri yapımların ‘ayrımsız’ yaklaşımına karşın ‘Basın gösterimi’ davetini, bir lütuf olarak gören diğer ‘havalı’ filmcilerimiz bu işi neden dağıtım şirketine bırakmayıp kendileri üstleniyor? Cevap gayet basit! Çünkü çeteleşmede hâkim olan, ‘Bizden olmayanı sevmeyiz’ düşüncesiyle hareket edenler, ‘ötekiler’ olarak gördüklerini dikkate almamayı tercih ediyor. Dolayısıyla bırakın gazeteyi, internette dahi tek satır yazısı bulunmayanlar ya da başkalarından kopya çektiklerini kendi görüşleri gibi sunanlar baş tacı edilirken gerçekçi gözlemlerle yapıcı eleştirilerde bulunanlar dışlanmış oluyor.
Büyük sanatçılar(!) körlerle sağırların ortamında birbirini ağırlarken, yapılan uyarılar da ne yazık ki çirkin bir dille cevaplanmakta… Profesyonelliğin etiğiyle bağdaşmayan bu durum, sanatın duygu samimiyetiyle de örtüşmüyor… ‘İletişim kopukluğu’ iyi niyetiyle, kendilerini arayıp neden çağrı gelmediğini sorduğumuz ilgisiz ilgililer, ‘Mecbur muyuz’ nezaketiyle ağız payı verdikten sonra derdimizi internetteki sıradan mail adreslerine anlatmamızı öneriyor! Oralara yazılan maillerin dikkate alınmadığı aşikârken… Bunun son örneğini, ‘Çınar Ağacı’nın yapımcısı BKM Film’le yaşadım. Efendim, tabii ki olaya kişisel amatörlükle yaklaşılırsa, kimse kimseyi davet etme mecburiyetinde değil! Ancak işin adı ‘Basın gösterimi’ olunca durum değişiyor. Ya da kural olarak ‘Değişmesi gerek’! Kurum ya da kişi gözetmeksizin, görevi izleyip eleştirmek olanları, ‘Film benim’ keyfiyetiyle rencide etmek yakışık almıyor. Fakat acıdır ki, yandaşlıkla ayrımcılığın her alanda hâkim olduğu düzende, umursayan yok. Olumsuz eleştiriye dayanamayanlar da buna uyarak ‘işlerine geleni’ buyur etmeyi hak sayıyor. Unutmasınlar ki, hoşa giden eleştiri, ‘övgü’ olmanın dışında bir değer ifade etmez! Maksatlı yıpratıcılık taşımamak kaydıyla, hataların vurgulanmasıysa daima gelişimi sağlar. At gözlüğünden kurtulup günü kurtarmanın ötesine geçmek isteyen de ayrım gözetmeden her sese kulak verir!
Aynı ayrımcılık, ‘Film Festivalleri’nin bazılarında da geçerli… ‘İş yapanı boş verip adamımızı listeye yazalım’ kaygısı güderek ‘hatır-gönül’ misafiri ağırlandığı sürece, ‘Uluslararası’ ibaresinin sadece lafta kalacağı kesin! Tabii, derdimizi ‘Marko Paşa’ya anlatmamızı önerenler için ne gam… Hal böyleyken kimse kalkıp da ‘Türk Sineması’nın gelişimi hakkında ahkâm kesmesin! Nasıl ki, Cumhuriyetimiz 87 yıldır aynı kısır çekişmelerden kurtulamadıysa, 1914’te ‘Bir Rus abidesinin yıkılışı’yla serüvenine başlayan, 1932’de kurulan ilk ‘Türkiye Sinema ve Filmcileri Birliği’ni bir yılda iç anlaşmazlıklara kurban eden sinema sektörümüz de, teknik gelişmelere ve çeşitli kuruluşlara sahip olsa bile aynı yerde saymaya mahkûm kalacaktır. Kendi kendini tatminden keyif alanlara selam olsun…
AT GÖZLÜKLÜ ne sanat olabilir nede sanatçı.
Mart 20th, 2011 at 14:48At gözlüklü sütçü beygirleri dahi kalmadı günümüzde.
Sanat ve siyasette hala saman delileri çıkıyor demekki :>